About Short Film " Alone City "

http://sphotos.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-snc4/hs1375.snc4/164705_498383452887_665742887_5991756_6352022_n.jpg

Our Story

"Humans absolutely feel the loneniless, but no matter how they stand against it, their soul are not happy because of that. Have you ever been in Alone City ? Some has been there one time, Some move in there, Some give a struggle to come back."

The short film is about a guy who suffers too much because of the incidents of his recent past. He sometimes thinks he is the only one in the city. He seperated from his girlfriend and he hasn't understood the reason so far, he keeps seeing unreal or real flashbacks about his past, he tries to figure it out what he did in the past, how he get this confusing situtation, he wants help from his best friends but the real thing is this situation turns a threat for his friends. But he knows he is not crazy according to him, he knows his soul is not happy because of what happened in past.


I would like to first thank you for taking the time to read this page.

As the owner of Pirana Film which independently working in Turkey, I am really honored and glad for trying to make quality and remarkable low budget short films. Directing, Writing, Shoting , these things is very hard and it needs patience for filmmakers if the filmmakers really want to make remarkable films. So in the end, when your film is ready to be released, you would be excited because it's ready for its audience, when your film reaches standart audience number you would be very happy, if it is not , this is highly dissapointment, so all i want is, as a result of this endeavor , we anticipate deserving supports for our short film. With your support, we can continue our way to make better films.


We are Looking for friends who can share our film every possible film site, advertise our projects to the every point of world. This is what we need, thanks for everything.




2011 Altın Küre (Golden Globe) ödülleri


2010 Altın Küre (Golden Globes) ödülleri

2011 yılı Golden Globe (Altın Küre) film ödülleri sahiplerini buldu. Oscar'ların habercisi olarak sayılan ve sinema dünyasının en büyük ödülü Oscar'ları kazanacaklara ilk işareti sağlayan 2011 Altın Küre film ve televizyon ödülleri Los Angeles'da dağıtıldı. 2011 Altın Küre ödüllerini kazananların isimleri aşağıda.

Başta Holywood olmak üzere sinema dünyasının uluslararası starlarını bir araya getiren 2011 Altün Küre (Golden Globe) ödüllerinin kırmızı halı girişinde yok yok. Ödül töreni varışlarının en sürpriz ismi, bir süre önce kanser teşhisiyle hastaneye yatan ve durumunun kötü olduğu bildirilen Michael Douglas'ın eşi Catherine Zeta Jones ile birlikte gelmesi oldu. Diğer yandan Cameron Diaz'dan, Jennifer Lopez'e, Nicole Kidman'dan, Johny Depp'e, Angelina Jolie ve Brad Pitt'e kadar herkes oradaydı.

Hollywood Yabancı Basın Derneği tarafından düzenlenen Altın Küre ödülleri ayrıca yılın ilk film ve televizyon ödülleri. Bunun ardından çeşitli ödül törenleri önümüzdeki aylarda bir bir yer alacak. 2011 Golden Globes ödülleri için en fazla dalda aday gösterilen film İngiliz filmi "King's Speech" olurken, Facebook'un kuruluşunu konu alan "Social Network" filmi ile bir boksörün hayatını anlatan "Fighter" filmi altı dalda aday bulunuyor. 2010 Golden Globes (Altın Küre) ödüllerinin sahiplerini hatırlamak için aşağıdaki bağlantıya tıklayınız.

2011 Altın Küre ödüllerinin kazananlardan bazıları şöyle:

En iyi erkek oyuncu (Drama): Colin Firth (King's Speech)
En iyi kadın oyuncu (Drama): Natalie Portman (Black Swan)
En iyi erkek oyuncu (Komedi veya müzikal): Paul Giamatti (Barney's Version)
En iyi kadın oyuncu (Komedi veya müzikal): Anette Bening (The Kids are All Right)
En iyi film (Komedi veya müzikal): The Kids Are All Right
En iyi film (Drama): Social Network
En iyi yardımcı erkek oyuncu: Christian Bale (Fighter)
En iyi yardımcı kadın oyuncu: Melissa Leo (Fighter)
En iyi yönetmen: David Fincher (Social Network)
En iyi senaryo: Social Network (Sosyal Ağ)
En iyi animasyon filmi: Toy Story 3 (Oyuncak Hikayesi 3)
En iyi film şarkısı: "You Haven't Seen The Last of Me" (Burlesque)
En iyi film müziği: Trent Reznor ve Atticus Ross (Social Network)
Yabancı dilde en iyi film: "In a Better World" (Danimarka)
Bir TV mini dizisi ya da filminde en iyi erkek oyuncu: Al Pacino (You Don't Know Jack)
Bir TV mini dizisi ya da filminde en iyi kadın oyuncu: Claire Danes (Temple Grandin)
Bir TV dizisinde en iyi kadın oyuncu (drama): Katey Sagal (Sons of Anarchy)
Bir TV dizisinde en iyi erkek oyuncu (komedi veya müzikal): Jim Parsons (The Big Bang Theory)
Bir TV dizisinde en iyi kadın oyuncu (komedi veya müzikal): Laura Linney (Big C)
Bir TV dizi, mini dizi ya filminde en iyi yardımcı kadın oyuncu: Jane Lynch (Glee)

2010 Altın Küre (Golden Globes) ödülleri

2011 yılı Golden Globe (Altın Küre) film ödülleri sahiplerini buldu. Oscar'ların habercisi olarak sayılan ve sinema dünyasının en büyük ödülü Oscar'ları kazanacaklara ilk işareti sağlayan 2011 Altın Küre film ve televizyon ödülleri Los Angeles'da dağıtıldı. 2011 Altın Küre ödüllerini kazananların isimleri aşağıda.

Başta Holywood olmak üzere sinema dünyasının uluslararası starlarını bir araya getiren 2011 Altün Küre (Golden Globe) ödüllerinin kırmızı halı girişinde yok yok. Ödül töreni varışlarının en sürpriz ismi, bir süre önce kanser teşhisiyle hastaneye yatan ve durumunun kötü olduğu bildirilen Michael Douglas'ın eşi Catherine Zeta Jones ile birlikte gelmesi oldu. Diğer yandan Cameron Diaz'dan, Jennifer Lopez'e, Nicole Kidman'dan, Johny Depp'e, Angelina Jolie ve Brad Pitt'e kadar herkes oradaydı.

Hollywood Yabancı Basın Derneği tarafından düzenlenen Altın Küre ödülleri ayrıca yılın ilk film ve televizyon ödülleri. Bunun ardından çeşitli ödül törenleri önümüzdeki aylarda bir bir yer alacak. 2011 Golden Globes ödülleri için en fazla dalda aday gösterilen film İngiliz filmi "King's Speech" olurken, Facebook'un kuruluşunu konu alan "Social Network" filmi ile bir boksörün hayatını anlatan "Fighter" filmi altı dalda aday bulunuyor. 2010 Golden Globes (Altın Küre) ödüllerinin sahiplerini hatırlamak için aşağıdaki bağlantıya tıklayınız.

2011 Altın Küre ödüllerinin kazananlardan bazıları şöyle:

En iyi erkek oyuncu (Drama): Colin Firth (King's Speech)
En iyi kadın oyuncu (Drama): Natalie Portman (Black Swan)
En iyi erkek oyuncu (Komedi veya müzikal): Paul Giamatti (Barney's Version)
En iyi kadın oyuncu (Komedi veya müzikal): Anette Bening (The Kids are All Right)
En iyi film (Komedi veya müzikal): The Kids Are All Right
En iyi film (Drama): Social Network
En iyi yardımcı erkek oyuncu: Christian Bale (Fighter)
En iyi yardımcı kadın oyuncu: Melissa Leo (Fighter)
En iyi yönetmen: David Fincher (Social Network)
En iyi senaryo: Social Network (Sosyal Ağ)
En iyi animasyon filmi: Toy Story 3 (Oyuncak Hikayesi 3)
En iyi film şarkısı: "You Haven't Seen The Last of Me" (Burlesque)
En iyi film müziği: Trent Reznor ve Atticus Ross (Social Network)
Yabancı dilde en iyi film: "In a Better World" (Danimarka)
Bir TV mini dizisi ya da filminde en iyi erkek oyuncu: Al Pacino (You Don't Know Jack)
Bir TV mini dizisi ya da filminde en iyi kadın oyuncu: Claire Danes (Temple Grandin)
Bir TV dizisinde en iyi kadın oyuncu (drama): Katey Sagal (Sons of Anarchy)
Bir TV dizisinde en iyi erkek oyuncu (komedi veya müzikal): Jim Parsons (The Big Bang Theory)
Bir TV dizisinde en iyi kadın oyuncu (komedi veya müzikal): Laura Linney (Big C)
Bir TV dizi, mini dizi ya filminde en iyi yardımcı kadın oyuncu: Jane Lynch (Glee)


Kişisel Görüş :

Oscar'ın habercisi olarak bildiğin Altın Küre ödüllerini Amerika ile aramızdaki saat farkı sebebi ile son kısımlarını izleme şansının buldum nitekim ilk en iyi televizyon dizisi olarak Walking Dead aday gösterildimi bile bilmiyorum ancak Boardwalk Empire'da hiç izlemediğim için herhangi bir yorum yapmıyorum. Social Network'un süpriz yaptığı gecede Best Score For Motion Picture'da Hans Zimmer'in kazanmasını bekliyordum Inception'u Inception yapan sadece kurgusu değil müzikleriydide ancak Trent Reznov'da Social Network müzikleri ile yabana atılacak değil, Johnny Depp her zaman olduğu gibi tek dalda 2 adaylığa sahipti her sene alışagelmiş olarak kesin bir heykelcik evine götürecek diyorduk ama ne The Tourist ne de Alice in Wonderland ödül alamadı Johnny'de geceden eli boş dönenlerdi, ne Tourist'i ne Fighter'i izlemediğim için Christian Bale ve Tourist hakkında yorum yapmıyorum ancak gecenin en acı yanı Oscar'dada aynı sürprizden karşılaşmaktan korktuğum olay olan Best Director'un David Fincher'a gitmesi ayrıca Best Motion Picture'in ise Social Network'a verilmesi oldu Inception adeta göz göre göre harcandı, hayır David Fincher'a zamanında The Game, Fight Club ile ödül vermeyen zihniyet, Inception ile uzaktan yakında alakası olmayan hatta kıyaslanamayacak bir film olan Social Network'a tercih etti, bir tarafta muhteşem bir yaratıcılık vardı diğer tarafta herkesin bildiği facebook sitesinin bir filmi Inception'u izleyenler zaten ne demek istediğimi anlayabiliyordur umarım aynı sonuç Oscar'da çıkmaz.


Summer : A Short Film



1976. A time of love, youth, and spinning skate wheels. The last night of summer brings new highs and lows at this thriving skating rink. Cal and Stan are lifelong friends, ready to begin their freshman year of college. Increasing tension between rink owners Roy and April has brought their marriage into question. Bound for junior high school, Cameron and Bender are on a quest to find something that they do not understand: love. Behind the skate rental counter, the dreams of rink employee Biff have drawn to a stand still, with no end in sight. For each of these people, their futures are uncertain and their relationships with family, friends, and significant others are hanging in the balance. This is the story of love in its seasons, and how moments in life fade away in the blink of an eye.

With a crew of award winning film students at Biola University, 'Summer' (which could be described as 'American Graffiti' meets 'Crash') began filming in October after raising our first budget goal of $7,500. Now 'Summer' is preparing to wrap up filming this February, but first we have to finish raising the budget and bring in the remaining $2,500.

Our budget can be broken down into four main areas.
1.) Gas. The cast and crew have to commute each day to Cal Skate in Grand Terrace, CA to be able to shoot on location.
2.) Production Design. To ensure the film stays as authentic as possible to the 1976 time period, a lot of work needs to go in to finding and making genuine ‘70s props.
3.) Food. The only payment made to both the cast and crew is through providing meals for lunch and dinner.
4.) Equipment. To achieve the superior production value we are striving so hard for, we will have to rent some lighting and camera equipment.

We became film students because we love watching movies, and we're guessing you love watching movies too. So now we want to give you a chance to get involved. With every donation, we will personally contact you with updates on the film, including behind the scenes videos and photos from the set. Your support and generosity will make this film possible, and we want to thank you in advance for everything. Every little bit helps! We are so excited to be able to finish this film, and we can't wait to show you!

Thank you for considering supporting us,
Trevor Smith & Rachel van der Merwe
The Producers

http://l8.sphotos.l3.fbcdn.net/hphotos-l3-snc4/hs122.snc4/36479_116644121713133_116643835046495_98868_4711676_n.jpg

Project location: La Mirada, CA

Kendi tarihimizle dalga geçiyoruz


Show Tv'de yayına başlıyan Muhteşem Yüzyıl adlı dizi yayına verildikten sonra hatta yayına verilmeden önce Kanuni Sultan Süleyman zamanını yanlış bir şekilde ve çarpıtıcı bir stille ekranlara aktarılması bir çok tarihçi ve vatandaş tarafından protestolara sebep vermişti. Dizinin ilk bölümün yayınlanmasından sonra protestolar hızını kesmeyerek devam edeceğe benziyor gelin görün ki Show TV'nin bu olaylara ne kadar direneceğini hepimiz merak ediyoruz. Çünkü açıkça belli oluyor ki bu proje için büyük miktarda paralar döküldüğü belli ancak dökülen paralara karşı hem tarihi yanlış şekilde çarpıtmak hemde Kanuni'nin tahta oturduktan sonra 8 milyon cm2 olan toprağı 14 milyon2 ye çıkarma mücadelesini ve ihtişamını senaryoya dökme zahmetinde bile bulunmayarak koca imparatorluğu sadece "harem"e sıkıştırabilmek.

Dizinin tarihle bağlantısız olduğuna ilişkin yapılan hatalardan bazıları:

  • Olaylar 1520′de geçmektedir. Oysa Topkapı Sarayı’na haremin gelmesi 1540′ta başlar. Bu tarihten önce harem, Beyazıt’taki Eski Saray’daydı.
  • Yavuz Sultan Selim’in Rodos seferi için 200 parça kalyon hazırlandığı söyleniyor. Osmanlı’da ilk harp gemisi 1644′te inşa edilmiştir.
  • 16. yüzyılda adına Avrupa denilen müstakil bir coğrafya yoktu. Bu kavram 18. yüzyıldan sonra aydınlanma döneminde ortaya çıktı.
  • Hareme kızlar, seçilerek alınır, ardından çok ciddi bir eğitimden geçirilirdi. Başta örf-âdet olmak üzere İslami ilimler ile kabiliyetlerine göre birer sanatta yetiştirilirlerdi. Dizideki harem halkının davranışlarının, asırlar boyunca süzülerek gelen ’saray terbiyesi ve nezaketi’yle alâkası yok.
  • Harem halkının muhafazasını sağlayan ve dışarıyla ilişkilerine yardımcı olan harem ağaları, binanın dışında kendilerine ayrılan nöbet yerlerinde beklerdi. Harem ağaları da aynı terbiye ile yetiştirilirdi.
  • Dizideki oryantal oyunlar ve müzik, Osmanlı eğlence anlayışı ve musikisini yansıtmıyor.
  • Babasının cenazesi ortadayken bir padişahın eğlence düzenlemesi inandırıcı değil.
  • Kostümler Osmanlı’dan çok İngiliz dizisi Tudors’tan alıntı gibi…
  • Osmanlı geleneğinde padişahın huzuruna baş açık çıkılmazdı.


All week here in California—on a relaxing holiday break—I’ve been catching up on some of the best movies of this past year.

Lounging in front of a big screen TV with my family, I’ve watched countless DVD screeners, catching some films for the first time (“I Am Love,” “The American,” “Conviction”), while re-watching others (“The Social Network,” “Greenberg,” “127 Hours,” “Rabbit Hole,” “Black Swan,” “Babies,” “The Kids Are Alright”). Over the past few weeks I’ve submitted a number of Top 10 lists, voting in polls from Film Comment Magazine (results), indieWIRE (ballot), and the Village Voice/LA Weekly (ballot). Now, survey season concludes with the indieWIRE list of staff and contributor Top 10 lists (my full roster below).

PHOTO: A scene from “Blue Valentine,” opening in theaters this week.

Lixin Fan’s “Last Train Home,” my top film of 2010, is a documentary that I saw for the first time back in November of ‘09. Reporting from IDFA—the leading doc fest in The Netherlands—I was blown away by the movie when I saw it in Amsterdam. A few months later, at the San Francisco International Film Festival, I was on a jury that gave Lixin Fan a prize for his film.

Most of the other films on my top ten were movies I caught at film festivals over the past 18 months or so, at Sundance (“Blue Valentine,” “The Oath”), Cannes (“Fish Tank,” “A Prophet”), Telluride (“Black Swan”), or New York (“Wild Grass,” “Sweetgrass”). While “True Grit” and “Somewhere,” which I watched in just the past couple of weeks, made such an impression that they quickly moved to the top of my personal roster. I’ll surely watch them again and, as with any annual list, am curious to see how films fare over time. So, I’ve picked a top ten, chosen ten more runners-up and then picked five films that just didn’t rank for me, but are worth watching to gain a wider snapshot of film in 2010. Not included anywhere are a few films that I still haven’t seen, but that are at the top of my list to watch soon: “Boxing Gym,” “The Ghost Writer,” “White Material,” “Mother,” “NY Export: Opus Jazz,” “Secret Sunshine.”

Note: This list was chosen from the long roster of films released theatrically for one-week in New York City. Choosing a top ten based on such criteria is a long tradition that will likely have to change some time. In fact, in 2011 it may finally be time to abandon the theatrical hurdle that defines distribution. More and more films reach substantial audiences via film festivals and digital platforms, stirring a dialogue and finding followers via alternative means. At the vey least, it would probably make sense to keep an annual list of films available commercially (in theaters, online or via various forms of VOD) to use as a foundation for creating “Best Of” lists in the future.

The Ten Best Films of 2010:

1) “Last Train Home”
2) “Blue Valentine”
3) “Somewhere”
4) “Black Swan”
5) “The Oath”
6) “True Grit”
7) “Fish Tank”
8) “Sweetgrass”
9) “Wild Grass”
10) “A Prophet”

Ten More That Mattered to Me:

“Greenberg”
“Enter the Void”
“Trash Humpers”
“Another Year”
“Etienne!”
“Ne Change Rien”
“Carlos”
“Shutter Island”
“Father of My Children”
“Rabbit Hole”

plus five that don’t rank but are at least worth talking about:

“The Social Network”
“Exit Through The Gift Shop”
“Catfish”
“Inception”
“127 Hours”

Maybe the subject of the film is so simple but the shooting style and using of camera is remarkable so this even can be the only reason to watch the short.


Ümit Ünal tarafından yazılmıştır.

“İçindeki Çocuk” lafını ilk kim icat etti acaba? İş toplantılarında ya da “reality-show”larda gayet pişkin, içinde çocuk mocuk olması gayet imkansız insanlardan bu lafı duyduğumda beni bir sıkıntı basıyor, sormayın... Ama bu laf da herhalde ilk söylendiğinde bugünkü kadar kulak tırmalayıcı bir klişe değil, kullanışlı bir mecaz olarak algılanmıştı. Her mecaz, her deyim, her anlatım biçimi ilk kullanıldığında özgündür, ikinci kullanışta taklit olur, üçüncüde klişeye dönüşür.

Sanat alıcıları, okurlar ya da izleyiciler genellikle tembeldir. Çoğu, sanatı “günlük sıkıntılarından kurtulmak”, “rahatlamak” için vs kullanır. Doğru dürüst, karşılıklı etkileşime dayalı, hayatı ve alışkanlıkları değiştirebilecek bir sohbeti değil, pohpohlayıcı ve sakinleştirici monologları özlerler. Bildikleri bir dünyayı, tanıdıkları tınıyı ararlar. Daha önce 50 kere gördükleri bir klişe, dinledikleri şarkıda, okudukları kitapta ya da gördükleri filmde karşılarına çıkınca eski bir dostu görmüş gibi sevinirler: “İçindeki Çocuk”, “Hasretle Öten Bülbül”, “Yasak Elma”, “Bilge Sarhoş”, “Altın Kalpli Orospu”, hangi birini saysam öbürünün hatırı kalacak...

Seslendiği “kitle”nin zaaflarını ve reflekslerini bilen işbilir sanatçılar da yapıtlarını klişelere boğar. Coelho ya da Ümit Yaşar, “Maskeli Beşler” ya da “Karanlıkta Dans”, “seçkin” ya da ticari sanat, az kullanılmış ya da cılkı çıkmış farketmez, klişe klişedir. Alıcısını kendisi kadar akıllı görmeyen, eşit bir ilişkide karşılıklı bir şey anlatmayı değil kitlenin “böğrüne böğrüne çalışmayı” tercih eden bu tür sanatçıları (bkz: manipulatör) bazen takdir ettiğim olur ama sevmem, sevemem.

Tabii klişe kullanımı, kurnazların elinde para basmaya yarayabilir. Ama bir de işini yeni öğrenen, ya da yeterince bilmeyenler var ki, bazen özentiyle, çoğu zaman da farkına varmadan klişelerin kurbanı olurlar.

Kısa Film klişeleri.
Kısa film özgür bir alan, ticari sinemanın dışında, kendi başına bir anlatım aracı olabilir. Son yıllarda çok sevindirici bir şekilde kısa filme ilgi yaygınlaştı, kısa filmi destekleyenler, yarışmalar çoğaldı. Video/bilgisayar kullanımının gelişmesiyle kısa film yapanlar da arttı. Kaderin bir cilvesi, son 3-4 yıldır sık sık kısa film jürilerine çağrıldım ve sanırım ülkemizde son yıllarda yapılan kısa filmlerin çoğunu gördüm. Jürisi olduğum son yarışmaya yaklaşık 400 film katılmıştı. Tabii sayısal artış, özgün ve yaratıcı fikirlerin de artması demek değil. Gerçekten bir derdi olan ve bu derdi özgün bir dille anlatmak isteyen genç sinemacılar var ama işin kolayına kaçan ve klişelere düşenler daha fazla... Yıllar içinde gördüğüm yüzlerce kısa filmi düşününce, bazı klişelerin tuhaf bir şekilde tekrar tekrar karşımıza çıktığını ve bundan çok sıkıldığımı farkettim ve kısa filmciler için bir “YASAKLAR LİSTESİ” hazırlamaya karar verdim. Dünya hakimi olduğum zaman kısa filmlerde hemen yasaklanacak şeyler şimdilik şunlar:

Filmi sabah uyanışla başlatmak: Bir çok kısa film kahramanın uyanışıyla açılıyor. Bir çok kötü uzun metraj film gibi... Hikaye ancak kahramanımız büyük desenli nevresimler arasından çıkıp, yüzünü yıkayıp, uzun uzun kahvaltısı ettikten sonra başlayabiliyor. Yasak kardeşim. Konuya öğlen girin, doğrudan hikayenizi anlatın.

Kelime oyunlu isim: Şu an uyduruyorum: İNSA(N/F)SIZLIK ya da DÜŞünÜŞ ya da İSTAN/BULAMADIM... Bir şiirde görseniz hoşunuza gider mi böyle basit kelime/harf oyunları? Benim gitmez. Niye kısa filmde, hele filmin isminde hoş olduğunu düşünenler hala var? Yasak!

Uzun jenerik özentisi: Bu gözler, 8 dakikalık bir filmde 3 dakikalık jenerik gördü. Lütfen sadece isminizi perdede ışıldarken görmek için film yapmayın. Başka dertleriniz olmalı. (Lütfen diyorum bak.)

Flu çerçeveli rüya/geriye dönüş: Acı ama gerçek, bunları da hala yapan şaşılacak kadar çok filmci var. Rüya sahnesini buğular içinde bir çerçeveye yerleştiriyorlar, geriye dönüş sahneleri de bulanık, siyah-beyaz ya da farklı renkli yapılıyor. Bunlar 1950’lerde bitti, yapmayın etmeyin. Bazı bunak uzun metraj yönetmenleri hala bu efektleri kullanıyor olabilir ama siz onların alternatifi olmak için başlıyorsunuz bu işe, şaka yapmak gibi bir amacınız yoksa bunlara gönül indirmeyin.

Geniş açı/Yakın plan: Geniş açı objektifle yakın plan çekerseniz oyuncunuzun yüzü deforme görünür. Ama kahramanınızı her korkunç ya da bunalımda göstermek istediğinizde geniş açı objektifi burnuna dayamanız gerekmez. Başka yol bulun.

Mim, mimci: Biraz eskilerde kalan, soyu tükenen bir klasik. Bazı kısa filmciler, “görsel” anlatımın pantomim olduğunu düşünür ve mimci figürüne yer verir. Kesinlikle yasak.

Vitrin mankeni: Bazı kısa filmciler bir evde vitrin mankeni bulunmasını nedense çok avant-garde bir dekorasyon fikri sanıyorlar. Vitrinde kendi işini yapmadığı sürece manken yasak. Hele soyut mekanlarda (çayır, vs) manken kullanmak duble yasak.

Maske: Açıklama filan yok. Yasak!

Snatch, Reservoir Dogs, Pulp Fiction: Bir kuşak bu filmlerin stiline fazla kapılıp haydutları “seksi” bulma olayını fazla abartmış maalesef. Sürüyle minik “Snatch” ve “Pulp Fiction” gördüm. Artık yasak efendim... Hırsızlar, tetikçiler vb, başka meslek beceremediği için silaha, çalıp çırpmaya, cinayete sarılan, korkunç insanlardır. Gerçek hayatta bir haydut, akranı bir marangoz, muhasebeci, eczacı ya da tamirciden daha akıllı ve yakışıklı değildir. Haydutları esprili, maceracı, çekici gösteren ve bu filmlere uzaktan yakından benzeyen herşey sonsuza kadar yasak.

Bank: Bir bankta başlayan, bir bank çevresinde dönen ne çok film var bilseniz... Kahramanlarınız başka yerde karşılaşsın, başka yere otursun, olay banktan uzakta gelişsin.

Mum ışığı: Mum tek başına gizem ve romantizm demek değildir. Yüzlerce kısa filmde gizem/romantizm anlarında mum görmekten ben çok sıkıldım.

El/ayak detayıyla hikaye anlatmak: Yalnızca son yarışmada bile 3 film, sadece el veya ayak detayları göstererek bir hikaye anlatmaya çalışıyordu. Eller buluşur, aşık olur, evlenir, sevişir, kavga eder vs... Ekonomik ama suyu çıkmış bir anlatım. Buraya kadar olanları affediyorum ama bundan sonra yasak.

Ünlü müzik parçaları özellikle Pink Floyd: Ünlü bir müzik parçasının test edilip onaylanmış etkisine güvenerek anlatım kurulmamalı. Pink Floyd’un (mesela Money’nin girişinin) sizden önce nerelerde, kimbilir kaç yüz kere kullanılmış olabileceğini bir düşünün. Vazgeçin. Ya bilinmeyen bir şey bulun, ya kendi müziğinizi yaratın ya da müziksiz film yapın.

Geri giden saat: Vaktin geçişini göstermek için sık sık araya giren yakın plan saat, vakit baskısını göstermek için hızlı işleyen saat, aniden duran saat.. derken bir de geri giden saat çıktı başımıza. Aman!

İstiklal Caddesi: İstiklal Caddesi, yüzyılı aşkındır İstanbul’un hatta Türkiye’nin gizli merkezi, sahnesi, kalbi. Tamam ama burda yeterince kısa film çekilmedi mi? 1-2 km’lik bir parkurda işleyen dekoratif bir tramvayı çekip durmanın ne manası var? İkinci bir emre kadar İstiklal Caddesi yasak.

Makyaj: Günümüzde sinemada makyajla inanılmaz şeyler yaratılabiliyor ama ancak çok paranız ve tecrübeli makyajcılarınız varsa... Evde kendi kendinize uygulamayın, çok rica edeceğim, 20 yaşında gençleri saçına pudra sürerek 50 gibi gösteremezsiniz. Komik olmaya çalışmıyorsanız makyaj yasak.

Kafaya kurşun sıkmak: Tuhaf bir şekilde son dönem kısa filmlerde kendi beynini ya da düşmanının beynini tabancayla dağıtmak moda olmuş. Bu bizi yukardaki “Snatch”, “Reservoir Dogs” yasağına ve hatta “Kurtlar Vadisi” vs yasağına götürecek ama artık yerim dar. Beyninizin bir kurşunla duvara dağılması, kötü bir şeydir. Mümkünse, yasak!

Bence sahici ve kalıcı bir söz söylemek için önce dilimizi, kafamızı kirleten klişeleri atmak, temizlemek lazım. İyi bir sanat yapıtı için gerçek dertler, arzular, oyunlar ve bütün bunları başkalarından yüzlerce kere duyduğu, gördüğü gibi değil kendi bulduğu bir sesle aktaran bir dil/anlatım gerek. Dili, dünyayı her seferinde yeniden kurmak gerek. Yine de biliyorum, bizim işlerimizde kural, yasak yok. Bir gün bakarsınız, delinin biri çıkar, yukarda saydığım bütün klişeleri ve daha beterlerini kullanır ama yine de özgün bir şey yaratır. Ama ben bu listeyi şakadan anlayanlar için yazdım. Zaten, şakadan anlamayanlara kısa film yapmak en baştan yasak.

DOODLEBUG - short film by Christopher Nolan

Christopher Nolan managed a mindfuck in three minutes...

We should live in way to make ourselves stronger than day before



Red Epic Çok Yakında

p_epic-1

Red Epic Kameramıza yakında kavuşacağız. Red eski Red One Kameraları yeni Epic Kamera ile değiştirme imkanı sunuyor.

Red One kameranın takipçisi yeni Epic modelidir. Epic Red One a göre bir çok yenilik ve yeni düzenlemelerle yakında satışa sunulacak. Uzun zamandır beklenen bir kamera olmasına rağmen kameranın yazılımındaki bir bug yüzünden piyasaya sürülmesi biraz gecikti. Bu yeni kamera ile Red One arasındaki farkları sılayacak olursak.

Epic

1- Mysterium X sensör : Yeni 5K çözünürlüğü destekleyen 13 stop luk muazzam bir dinamik menzile sahip yeni sensör. Bu sensör aslında yeni üretilen Red One Kameralarda da var. Red eski Red One kameraların Mysterium sensörlerini müşterilerine yeni MysteriumX sensörüyle $5000 dolar karşılığı değiştirme imakını sunuyor. Ayrıca MysteriumX ile çekilen görüntü Red One Kameraya göre neredeyse 6 kat daha kaliteli görüntü işleme imkanı sunuyor. Bunun dışında HDR yani yüksek dinamik alan moduyla çok daha geniş bir kontrast oranında çekim yapabilme imkanı sunuyor. HDR görüntüyü normal çekilen karelerin arasına hızlı enstantane ile çekilen ekstra bir kare daha çekilmesi prensibi ile çalışıyor. Bu ekstra kare sayesinde görüntü iki ayrı pozlama ile çekilmiş görüntünün birleşmesinden oluşuyor. Bu iki görüntüyü kamera kendisi birleştirebiliyor ya da daha sonra bilgisayarda daha detaylı bir şekilde işlenebiliyor. Bu sayede görüntünün dinamik alanı 18 stop a kadar yükselmiş oluyor.

peter_jackson_red_epic

Peter Jackson Hobbit için 30 Red Epic Kamera ile çekim yapacak.

2-Yüksek hız : Red One Kamera yüksek hızlı çekim için normal 4K çözünürlükten daha düşük boyutlarda çekim yapabiliyordu. 4K olarak güncel yazılım sürümünde saniyede 30 kareye kadar çekim yapabiliyor. Halbuki Red Epic 5K (14 Megapixel) çözünürlükte saniyede 120 kareye kadar çekim yapabiliyor, 2K çözünürlükte ise saniyede 225 kareye kadar yükselebiliyor.

3- Modüler Dizayn : Modüler dizayn birbirine uyumlu bağımsız parçaların farklı farklı kombinasyonlarda bir bütünü oluşturması anlamındadır. Red One kamerada Lens bağlantısı, kayıt sistemi, viewfinder modüler olarak dizayn edilmişti. Bunların hepsi kullanıma uygun farklı bir sistemle kullanılabiliyordu. Red Epic kamera bunu bir seviye daha ileri götürerek her parçasını lego gibi değiştirilebilen bir modül haline getirmiş.

Red One Epic Modul

Sensörden, giriş çıkış portlarına kadar her şey ayrı modüller halinde. Böylece bir modülün mesela sensörün yeni daha iyi bir sistemi çıktığında sadece bu parça yenilenerek sistem güncellenecek. Böylece komple yeni bir sisteme yatırım yapmak gerekmeyecek. Sistemi güncellemek ekonomik olarak çok uygun olacak. Ayrıca her hangi bir modülde bir sorun olduğunda sadece bu modüle servis verilebilecek. Yeni sistemin her parçası kullanıcı tarafından söküp takılacak şekilde yapılmış. En sevindirici özelliklerinden biri de Epic Kameranın Red One Kameranın 1/3 ü ağırlığında olması. Neredeyse Orta Format fotoğraf makinesi büyüklüğünde. Diğer bir güzel özelliği arkasındaki kontrol mödülünün istenildiğinde yerinden çıkarılıp uzaktan kumanda olarak kamerayı kontrol edebilmesi.

RedEpic

4- Yeni Arayüz : Red One Kameraya göre daha düzenli ve anlaşılması ve kullanımı kolay ekran arayüzü. Red One Kameranın 4 alt menüye kadar olan sistemini biraz olsun sadeleşeceğini umuyoruz.

red one epic kamera

Red Epic kamera ile başka bir sevindirici haber de eski Red One Kamera aksesuarlarının hemen hemen hepsini kullanabilmesi. Bütün eski Vizör ve LCD ekranları, batarya ünitelerini kullanabiliyor. Ayrıca Red eski EVF vizörünün yerine daha küçük ve daha yüksek çözünürlüklü yeni bir EVF çıkardı. Bunun dışında CF Kart, Red Drive (Hard Disk) ve Red Ram a alternatif olarak daha hızlı veri akışına imkan veren SSD sistemini satışa sundu. SSD Solid State Drive anlamında, sabit disklerle aynı arayüze sahip hafıza bloklarıdır. Bu SSD diskler yüksek kapasiteli ve değiştirilebilir kartuş şeklinde üretilmiş. 64, 128 ve 256 GB lik üç opsiyonu mevcut. Red One Kamera CF modülünün yerine SSD modülü ile değiştirebildiği için Red One ile de kullanılabiliyor.

Kate_Beckinsale_Esquire

Red One Kamerayı bir çok fotoğrafçı, fotoğraf makinesi olarak kullanıyor. Çünkü Red One Kameranın aslında çok hızlı çekim yapabilen bir SLR fotoğraf makinesi olduğunu düşünebiliriz. En büyük farkı açılıp kapanabilen bir perdesi yani obtüratörü olmaması. Bu sayede sanki saniyede 30 kare çeken fotoğraf makinesi gibi kullanılabiliyor. Ayrıca hem Nikon hem Canon hem de çok yüksek kaliteli sinema objektiflerini kullanabiliyor. Red Epic küçük modüler yapısı sayesinde bu iş için Red One Kameraya göre çok daha uygun, neredeyse fotoğraf makinesi boyutunda bir Epic sistemi hazırlamak mümkün. Ayrıca fotoğrafçıları destekleyen yeni özellikler arasında tek kare, 5 kare çekim. Saniyede 120 kareye kadar çekim. 14 Megapixel çözünürlük, Flash tetikleme desteği ve Film Lensi, fotoğraf lensi bağlantılarının kolay değişimi fotoğraf çekiminde Red Epic kullanmayı çok kolaylaştırıyor.

MeganFox_Esquire

Bu sıralar sık sık “3D ile sinema nasıl değişecek?” şeklinde konuşmalara şahit oluyorum. Bir grup insan sinemanın 3D ile tamamen değişeceğini ve bunun büyük bir devrim olduğunu düşünüyor. Hatta “3D sinema için bence önemsiz bir şeydir” dediğimde eski bir öğrencim “taş kafalı olmuşsun hocam” deyiverdi :)

“Taş kafalı” mıyım bilmiyorum ama bence 3D sinema için gerçekten önemsiz bir gelişme. Hatta gelişme mi ona bile emin değilim. 70lerde de böyle bir “3 buutlu” (nedense o zaman böyle denirdi!) film patlaması olmuş ama o furya başladığı gibi hızla bitmişti. Tamam bugünkü teknoloji tabi ki daha iyi ama yine de bu haliyle 3D sinemanın “harika bir deneyim” olduğunu iddia edenleri anlamıyorum.

Aslında itirazım çok temel bir noktadan geliyor: Sanatın amacı nedir? Gerçeği en iyi şekilde kopyaladığımızda en iyi sanatı mı üretmiş oluruz? Rembrandt’ın resimleri 3 boyutlu olsalar daha mı iyi olacaklardı? Ya da tamamen 2 boyutlu portreler (perspektifi de redderek) üreten Picasso, Rembrandt’tan daha mı değersizdir?

Bu soruları çoğaltmak mümkün ama cevapları bence açık: Sanatsal üretimin amacı “gerçeğe yaklaşmak” değil onu yorumlamak ve dönüştürmektir. Bir eserin başarısı bize 3 boyutlu, 2 boyutlu, renkli, siyah beyaz, yüksek çözünürlükte veya VHS kalitesinde sunulmasıyla artmaz veya azalmaz.

Örneğin Godfather gibi bir filmin 3D olmasının gereği ve anlamı yoktur.

Bütün iletişimciler gibi meseleyi Marshall Mcluhan‘a bağlarsak (“Medium IS the message”) 3D ancak eğlence sineması için uygundur diyebiliriz çünkü size anlık bir sansasyon yaşatır, kaydıraktan kaymak gibi, dönme dolaba binmek gibidir ama iner inmez etkisi geçer.

Bu bağlamda Avatar’ı bir başyapıt olarak görenler de var. Bana göre inanılmaz derecede sıkıcı bir film. Arkasında muazzam bir teknoloji ve akıllı bir yönetmen olduğunu kabul etsek de filmin metninin epey çocukça olduğunu da inkar edemeyiz diye düşünüyorum. Ayrıca 3D fimleri izlemek son derece yorucu ve bir pencereden bakmak gibi. Eğer 3 boyut bu kadar önemliyse o zaman hep beraber sürekli tiyatroya gidelim. O çıktığı günden bu yana gerçekten 3 boyutlu ne de olsa!

Yazar : İlker Canikligil

Bu sıralar sık sık “3D ile sinema nasıl değişecek?” şeklinde konuşmalara şahit oluyorum. Bir grup insan sinemanın 3D ile tamamen değişeceğini ve bunun büyük bir devrim olduğunu düşünüyor. Hatta “3D sinema için bence önemsiz bir şeydir” dediğimde eski bir öğrencim “taş kafalı olmuşsun hocam” deyiverdi :)

“Taş kafalı” mıyım bilmiyorum ama bence 3D sinema için gerçekten önemsiz bir gelişme. Hatta gelişme mi ona bile emin değilim. 70lerde de böyle bir “3 buutlu” (nedense o zaman böyle denirdi!) film patlaması olmuş ama o furya başladığı gibi hızla bitmişti. Tamam bugünkü teknoloji tabi ki daha iyi ama yine de bu haliyle 3D sinemanın “harika bir deneyim” olduğunu iddia edenleri anlamıyorum.

Aslında itirazım çok temel bir noktadan geliyor: Sanatın amacı nedir? Gerçeği en iyi şekilde kopyaladığımızda en iyi sanatı mı üretmiş oluruz? Rembrandt’ın resimleri 3 boyutlu olsalar daha mı iyi olacaklardı? Ya da tamamen 2 boyutlu portreler (perspektifi de redderek) üreten Picasso, Rembrandt’tan daha mı değersizdir?

Bu soruları çoğaltmak mümkün ama cevapları bence açık: Sanatsal üretimin amacı “gerçeğe yaklaşmak” değil onu yorumlamak ve dönüştürmektir. Bir eserin başarısı bize 3 boyutlu, 2 boyutlu, renkli, siyah beyaz, yüksek çözünürlükte veya VHS kalitesinde sunulmasıyla artmaz veya azalmaz.

Örneğin Godfather gibi bir filmin 3D olmasının gereği ve anlamı yoktur.

Bütün iletişimciler gibi meseleyi Marshall Mcluhan‘a bağlarsak (“Medium IS the message”) 3D ancak eğlence sineması için uygundur diyebiliriz çünkü size anlık bir sansasyon yaşatır, kaydıraktan kaymak gibi, dönme dolaba binmek gibidir ama iner inmez etkisi geçer.

Bu bağlamda Avatar’ı bir başyapıt olarak görenler de var. Bana göre inanılmaz derecede sıkıcı bir film. Arkasında muazzam bir teknoloji ve akıllı bir yönetmen olduğunu kabul etsek de filmin metninin epey çocukça olduğunu da inkar edemeyiz diye düşünüyorum. Ayrıca 3D fimleri izlemek son derece yorucu ve bir pencereden bakmak gibi. Eğer 3 boyut bu kadar önemliyse o zaman hep beraber sürekli tiyatroya gidelim. O çıktığı günden bu yana gerçekten 3 boyutlu ne de olsa!

Yazar : İlker Canikligil

Sinema filmlerinde kullanılan kameralardır. Kullandıkları filmin genişliği görüntünün sinema perdesi kadar büyütülebilmesine imkan verdiğinden sinema sektöründe halen en çok kullanılan kameralardır.

Profesional 35mm cine camera ( 1KSR-1M, and 1KSR-2M )

KONWAS 1
Profesional 35mm cine camera ( 1KSR-1M, and 1KSR-2M )

The KONWAS use for shoting normal amd high wide films in the 35 mm cine films.
The KONWAS camera have two version: single lens mount ( 1KSR-2M ) or turret version for setup free lenses ( 1KSR-1M )
Speed - fixed 8, 12, 16, 24, 25, 32 frames per second. ( speed 24 and 25 frames per second have crystal stabilization.)
Precision film's frames in the film +/- 0.02 mm.
Lenses:
Normal: 18, 22, 28, 35, 50, 75, 100, mm
Anamorphic: 35, 50, 80 mm
Focusing: via focusing distance in the lens or via mate screen.
Viewfinder: rotation 360 degree, 5x +/- 5D.

KONWAS 2M

KONWAS 2M

The cassettes have metter unexspose films. The camera have indicator speed shooting.

Power 12V
Cassette: for 120 meters film or 60 metters film.
Size 290 x 260 x 240 mm ( normal lenses )
610 x 225 x 250 mm ( anamorphic lenses )
Masse 8 kG

KINOR 35H ( models

KINOR 35H ( models "S"- 5KSN, and "N"- 9KSN )

The KINOR-35 use for shoting normal amd high wide films in the 35 mm cine films.
Speed - 8...32 or fixed 24 and 25 frames per second. ( speed 24 and 25 frames per second have crystal stabilization.)
Precision film's frames in the film +/- 0.015 mm.
Lenses: Normal: 18, 22, 28, 35, 50, 75, 100,150, 200, 300 mm
Zoom 20-120
Anamorphic: 35, 50, 75 mm
Focusing: via focusing distance in the lens or via mate screen.
Viewfinder: rotation 360 degree, 6x +/- 5D, or 6x and 9x.
The cassettes have metter unexspose films.

KINOR 35H ( models "S"- 5KSN, and "N"- 9KSN )

The KINOR-35 use for shoting normal amd high wide films in the 35 mm cine films.
Speed - 8...32 or fixed 24 and 25 frames per second. ( speed 24 and 25 frames per second have crystal stabilization.)
Precision film's frames in the film +/- 0.015 mm.
Lenses: Normal: 18, 22, 28, 35, 50, 75, 100,150, 200, 300 mm
Zoom 20-120
Anamorphic: 35, 50, 75 mm
Focusing: via focusing distance in the lens or via mate screen.
Viewfinder: rotation 360 degree, 6x +/- 5D, or 6x and 9x.
The cassettes have metter unexspose films.

Şanslı mısınız? Değil misiniz?


Eğer bu sabah hastalıklı değil de sağlıklı uyandıysanız,
haftayı bitiremeyecek bir milyon insandan daha çok kutsanmışsınız demektir.

Eğer buzdolabınızda yiyecek, sırtınızda giysiler, başınızın üzerinde bir çatı ve uyuyabileceğiniz bir yeriniz varsa, bu dünyada yaşayan insanların %75′inden çok daha zenginsiniz demektir.

Eğer bankada ya da cüzdanınızda paranız varsa, dünyanın en varlıklı %8′i arasındasınız.

Eğer başınızı, yüzünüzde bir gülümseme ile dik tutabiliyorsanız ve gerçekten minnettarsanız, mutlusunuz demektir, çünkü çoğunluk bunu yapabilecekken sadece pek azı gerçekleştirmektedir.

“Yazarı bilinmiyor”



“Amacımızı elde edememek, bazen asıl gerçek amaçlarımızı elde etmek anlamına gelebilir” Anthony Robbins

Yukarıdaki söz Anthony Robbins’in çok güzel sözlerinden biridir. Bu sözle bağlantılı küçük bir hikaye paylaşmak istedim sizinle…

Bir zamanlar fakir bir Yunanlı, bir bankada kapıcı olarak işe başvurmuştu. İnsan kaynakları yöneticisi, biraz da aşağılayarak “Yazmayı biliyor musun?” diye sordu.

Yoksul Yunanlı, “Sadece ismimi” diye yanıt verince, işe kabul edilmedi.

Aradan yıllar geçti ve Wall Street’te düzenlen bir basın toplantısında, ünlü Yunanlı işadamına şu soru soruldu: “Anılarınızı yazmayı düşünüyor musunuz?”

Yunanlı işadımı, “Ben yazamam” karşılığını verince, gazeteciler şaşırdı. Ancak Yunanlı işadamı devam etti: “Eğer yazabilseydim, şimdi kapıcı olacaktım.”

- Bu hikaye Hilton Otellerinin kurucusu Condrad Hilton’un 1964 basımlı “Be My Guest” ( Konuğum Ol) adlı kitabından alınmıştır. Capital Haziran sayısı syf: 60′ta bu kitapla ilgili daha fazla bilgi bulabilirsiniz.-


Tarihin en rahatsız edici filmi gerçekten… 4 adam şehirden kaçıp dağlarda kanoyla gezmeye, macera aramaya giderler. Macerayı da bulurlar: Birkaç dağ adamı gelip onları yakalar ve önce içlerinden birilerine tecavüz eder. Tecavüz etmekle de kalmaz aşağılayarak tecavüz ederler (tecavüz ederken domuz gibi bağırmalarını isterler mesela) (tecavüz edilen adam da buna uyar). Çok acayip bir filmdir. Oynalarlara baktığınızda (Burt Reynolds, Jon Voight, Ned Beatty) çok güzel bir kadrosu var filmin. Ama kelimenin tam anlamıyla seyrederken değiştirmek isteyeceğiniz türden bir film.

Film her ne kadar anca 2008 yılında Kongre Kütüphanesi tarafından “kültürel, estetik ve tarihsel açıdan harika” seçilmiş olsa da aslında 1972 yapımı. Bu filmden yola çıkılarak çok fazla korku filmi de çekilmiştir. Filmin içinde tarih yazmış bir karşılıklı banjo çalma sahnesi vardır ki insanı kendinden geçirir. Benzin alırken giterıyla oynayan 4 adamdan biri kenarda oturan kör bir çocuğun ona banjosuyla karşılık vermesine hasta olur ve karşılıklı inanılmaz bir düet yaparlar. Bu sahne en az tecavüz sahnesi kadar akılda kalıcıdır. Çocuğu canlandıran (belki de çocuk bizzat öyleydi) Hoyt Pollard isimli şahsiyeti bir daha hiçbir film ya da müzik dünyasında gören olmamıştır.

Filmin içinde dağlıları okla öldürme, suda kayanın üstüne düşüp ayağını kırıp kemiğin dışarı çıkması gibi sahneler olsa da film aslında yukarıda sözünü ettiğim bu iki sahneyle birçok filmin göndermesine maruz kalmıştır. Gönderme yapan filmlerden biri de South Park isimli müthiş çizgi filmimizdir: Star Wors ve Indiana Jones isimli filmleri bize hediye eden büyük yapımcı ve dönek George Lucas bu büyük yapıtları devamını çekince, çektiği devam filmleri birincilerden çok daha kötü olup hayallerimizi yıkınca bir de üstüne eski güzel filmlerini “dijital olarak temizliyorum” kisvesi altında değiştirip katledince South Park çocukları George Lucas’ı bu filmlere Deliverance filmindeki gibi aktörlere tecavüz ederken, domuz gibi bağırtırken tahayyül etmiştir. Bu konuda benim bir yazı yazmam da farz olmuştur.

Bu film içiniz kaldırıyorsa seyredilmesi gereken bir yapıttır. Ama diğer filmlerden aldığı göndermelerin anlamını bilmek istiyorsanız, ben sinema konusunda derinlemesine araştırma yapmak istiyorum diyorsanız kesinlikle görmelisiniz.


Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento

Roma imparatoru şehre giriyor. Herkes ayakta. Ona övgüler geliyor, bütün millet camdan çiçekler atıyor. Herkes onun adını sayıklıyor. İmparatorun arkasında köleler var. Bir tanesi sürekli imparatorun kulağına bir şey fısıldıyor. Fısıldadığı şey şu: Respica te, hominem te memento. Unutma. Sen sadece bir insansın.

Fazla büyüyenlerin kendine zaman zaman hatırlatması gereken bir kavram bu. Sen sadece bir insansın. Sen sadece bir ölümlüsün. Seni ne kadar pohpohlayanlar da olsa… İnsanlar önüne yollar da yapsalar… Haketmediğin methiyeler de düzseler… En büyük başarılara da imza atmış olsan… Sen sadece bir insansın.

Gerçek büyükler kendilerinin ölümlü varlıklar olduğunun hatırlatılmasına izin verenlerdir. Geri kalanlar patlayacak balonlardır

Death Race 2

death-race-2-dvd-0

For those of you who always wondered how the death race in Death Race began, it seems that Death Race 2, which comes straight to DVD and Blu-ray on January 18, will hold the answers you desire. From director Roel Reiné, the film stars , Ving Rhames, Danny Trejo and others. Besides the fact that it doesn’t have Jason Statham or Joan Allen in it, this sequel – even though it’s direct to video – looks right in line with the action, budget and effects of the first film. If you were a fan, check it out after the jump along with a plot synopsis and cover art.


Aşağıdaki resime dikkatle bakın ne görüyorsunuz?

Neden Seks?

Çünkü insanın en fazla bu dürtüye tepki verdiği gözlenmiş, onun için bu tip resimlerin %90′nında seks objesi işlenir. Aşağıdaki resme bakalım.

Ters çevirelim resmi

Kuzuların sessizliği film afişindeki kelebeğe daha dikkatli bakalım.

Kuru kafa olarak zannettiğimiz şey aslında neymiş?

Aşağıdaki fotoğrafa ne kadar da benziyor değil mi?

Philippe Halsman’ın fotoğrafıyla Salvador Dali ve yedi çıplak kadın (1951)

5 Temmuz 1971 tarihli Time’ın arka kapağında çıkmış Gilbey’s London Dry Gin reklamı. Reklamda bardaktaki buzlar üzerinde ‘sex’ yazıyor. Bu reklam sayesinde Gilbey’s’in 1.5 milyon dolarlık satış yaptığı tespit edilmiş. Bunun üzerine reklamla ilgili bir araştırma yapılmış. Bu reklam deneklere gösterildiğinde yüzde 60’ı reklamın kendilerinde uyandırdığı etkiyi ‘doyuma ulaşma’, ‘sex düşkünlüğü’, ‘heyecanlanma’, ‘romantizm’, ‘duyguları okşayıcı’ gibi ifadelerle tanımlamış. Reklamın gizli mesaj içermeyen versiyonu ise denekler tarafından bu şekilde tanımlanmamıştır.

Alttaki reklamlarda hem bilince hem bilinçaltına hitap ediyor;

Defalarca görmüş olabileceğiniz bir logo. Ama “E” ve “x” harfleri arasında oluşan oku gerçekten çok az kişi farkediyor. Şirket böylelikle çok “hızlı” teslimat yaptığı mesajını veriyor. Oku görmeden bile işareti algılayan beyin, insana bu hissi verdiği söyleniyor.

İnternet üzerinden kitap satışıyla ünlenen amazon.com’un logosunda ilginç bir şey yok gibi. Ama alttan geçen ok, iki anlam taşıyor. Birincisi, “Burada A’dan Z’ye herşeyi bulunuyor” mesajını taşıyıyor. İkincisi ok, gülümseyen bir yüz çağrışımı yapıp, müşteri memnuniyetinin sağlanacağı mesajını veriyor.

Çakırmısın ?

evet

Ask me anything

Ask me anything http://formspring.me/DOGUKANBAHADIR

Shaquille O'neal

Ask me anything

Lacrimas Profundere

Ask me anything

what kind of question is that ??

Ask me anything

God believes us !

Ask me anything

Alone City Short Film Trailer Released

"Humans absolutely feel the loneniless, but no matter how they stand against it, their soul are not happy because of that. Have you ever been in Alone City ? Some has been there one time, Some move in there, Some struggle to come back."

The short film is about a guy who suffers too much because of the incidents of his recent past. He sometimes thinks he is the only one in the city. He seperated from his girlfriend and he hasn't understood the reason so far, he keeps seeing unreal or real flashbacks about his past, he tries to figure it out what he did in the past, how he get this confusing situtation, he wants help from his best friends but the real thing is this situation turns a threat for his friends. But he knows he is not crazy according to him, he knows his soul is not happy because of what happened in past.


I would like to first thank you for taking the time to read this page.

As the owner of Pirana Film which independently working in Turkey, I am really honored and glad for trying to make quality and remarkable low budget short films. Directing, Writing, Shoting , these things is very hard and it needs patience for filmmakers if the filmmakers really want to make remarkable films. So in the end, when your film is ready to be released, you would be excited because it's ready for its audience, when your film reaches standart audience number you would be very happy, if it is not , this is highly dissapointment, so all i want is, as a result of this endeavor , we anticipate deserving supports for our short film. With your support, we can continue our way to make better films.


We are Looking for friends who can share our film every possible film site, advertise our projects to the every point of world. This is what we need, thanks for everything.


You can watch the trailer by the Vimeo Player at the bottom.

Kısa Film İçin Video Kamera

, , ,

(Aslı 2002′de yazılmış olan bu metin 2010′da yazar tarafından güncellenmiştir)

90’ların ikinci yarısında video kameraların gelişmesi, Lars von Trier ve arkadaşlarının satış fiyatı üç bin doların altındaki kameralarla yaptıkları filmlerle Cannes’ da ödüller kazanmaları, sinema sektörüne adım atmak isteyen bir çok gencin kafasında aynı soruları doğurdu: Kamera almayı veya birisinden ödünç bulmayı düşünüyorum. Kendi imkanlarımla nasıl kısa film çekerim? Evde kurgu yapabilir miyim? Cannes’da ödül alabilir miyim?

İlker Canikligil

Hangi Kamerayla Çekelim? CCD, CMOS, dijital, analog, firewire… Bütün bu terimler ne anlama geliyor?

Bir video kamera temelde dört bölümden oluşur:

1 – Mercek

2 – Görüntüyü üreten bölüm

3 – VTR (video tape recorder) adı verilen görüntünün kaydedildiği bölüm (Bugün artık VTR’ler yerlerini hızla bellek ünitelerine bırakıyor)

4 – Çektiklerimizi görmemizi sağlayan bakaç (vizör/viewfinder).

Eskiden kameralar genellikle VTR bölümünün kullandığı kaset formatıyla anılırlardı. Örnek olarak “DV kamera” dediğiniz zaman 6,4 mm kalınlığında video kasetlere kayıt yapan bir kameradan söz ediyordunuz. Tabi bugünün kameraları (2010) artık VTR bölümünün yerine başka kayıt ortamları kullanıyorlar (Sabit disk veya hafıza kartları gibi). Bu nedenle isimlendirme mantığı da değişti.

Merceğin hemen arkasındaki bölüm görüntünün üretildiği bölümdür. CCD (Charge Coupled Device) ve CMOS (Complementary Metal Oxide Semiconductor ) adı verilen yonga veya yongalar burada bulunur. Bu yonga(lar)ın görevi üzerine düşen görüntüyü elektrik sinyallerine çevirmektir. Profesyonel kameralarda genelde üç adet yonga bulunur. Çünkü doğruya en yakın renkli görüntüleri elde etmek için kırmızı yeşil ve mavi dalga boylarını ayrı ayrı çözecek yongalara ihtiyaç vardır. Küçük format kameralarda ise genellikle tek yonga bulunur. Böylece kameranın fiyatı düşmüş, boyutları küçülmüş olur.

Bunun bedeli ciddi bir ışık ve çözünürlük kaybıdır. Turistik, hatıra amaçlı veya tamamen belge amaçlı çekimler yapacaksanız tek çipli bir kamera işinizi görecektir. Ama daha büyük hedefleriniz varsa (her ne kadar Thomas Vinterberg “Festen” i tek çipli bir kamerayla çekmiş ve Cannes da ödülü almış olsa da) üç çipli bir kamera kullanmanızda yarar var. Bu kameralar diğerlerine göre daha pahalıdır ama görüntülerini yan yana koyduğunuzda aradaki farkı rahatlıkla görebilirsiniz.

Bunun dışında pozlamanın (exposure/iris), netlik ayarının (focus) ve beyaz ayarının (white balance) sizin kontrolünüzde olması çok önemli. Üreticiler bazı modellerde bu ayarları kullanıcının kurcalamaması için otomatik yapıyorlar. Daha profesyonel kameralarda ise bu ayarlar hem otomatik hem de kullanıcıya açık oluyor. Bunların sizin kontrolünüzde olmadığı bir kamerayla film çekmeyi düşünmeyin bile.

Diğer önemli nokta VTR bölümünün çalışma yöntemi: Bu bölüm dijital (sayısal) mi olacak analog mu? Peki ama analog – dijital terimleri ne ifade ediyor?

Küçük format kameralar 1995′e kadar (V8, Hi8, VHS-C vb.) görüntüyü sadece analog olarak kaydediyorlardı. Analog terimi “benzetme” anlamına gelen “analogy” kelimesinden geliyor. Konuyu şu basit örnekle açıklayabiliriz: Bir anahtarcıya elinizdeki anahtarın kopyasını yaptırırken aslında analog bir kopya yaparsınız. Herkes anahtar kopyalama makinasını tanır. Makinanın bir ucu asıl anahtarın üzerinde hareket ederken diğer uç yeni anahtarı yontar. Böylece eski anahtarın bir kopyası üretilmiş olur.

İlk kopyada çok sorun çıkmaz. Ama asıl anahtarı kaybederseniz elinizdeki kopya anahtardan yeni bir anahtar üretmeye mecbur kalırsınız. Bu yeni anahtar en baştaki anahtara çok benzese de aslında ondan farklı olacaktır. Çünkü analog kopyalar yapılırken mutlaka bir miktar bozulma olur. Bir kaç kere aynı şey tekrarlanırsa sonunda anahtar çalışmamaya başlar.

Peki dijital ne demek? Anahtar örneğinden gidersek, ilk anahtarı üç boyutlu şekilde bilgisayara aktarıp (başka deyişle anahtarın koordinatlarını çıkarıp) bu işlemden oluşan veriyi anahtar kopyalama aletine aktarabilseydiniz dijital bir kopyalama işlemi yapacaktınız. İlk anahtarı kaybetseniz bile kopya anahtar birinciyle (teorik olarak) tamamen aynı olacağı için sorunsuzca yeni kopyalar üretebilecektiniz.

Bu noktada kameralara dönersek analog kameralar ürettikleri görüntüyü elektrik sinyalleri olarak, sayısal kameralar ise sayılara dönüştürerek kaydederler. Görüntüyü sayılara dönüştürerek kaydetmenin pek çok yararı vardır. Görüntü kalitesi daha iyidir ama daha önemlisi kasetteki görüntüyü bir bilgisayara aktarabilir, hiç kayıpsız kopyalar yapabilirsiniz.

Dijital her zaman, her şart altında daha iyidir” gibi bir sonuca varılmasını istemem. Zaten bu doğru da değil. Ama meseleyi biraz basitleştirirsek “aynı özelliklere sahip dijital ve analog video kameralardan dijital olan daha iyidir” gibi bir genelleme yapabiliriz. Zaten bugün artık dijital olmayan bir kamera bulmanız neredeyse olanaksız. Satılan bütün modeller dijital.

Artık dijital kamera ne demektir biliyoruz ama yine de netleşmeyen bir sürü şey var. Bir sürü kamera modeli duyuyoruz. Bunlar ne anlama geliyor?

Kamera üreticisi firmalar 90ların ortasında bir araya gelip yeni bir sayısal video standartı üzerinde anlaştılar. Buna da kısaca DV (Digital Video) dediler. Buradaki amaç şuydu: Her birimiz yine kendi markalarımızla kamera üretelim ama bu kameraların kaydettikleri veri aynı olsun, kameralar bilgisayarlara kolay bağlansın, uyumsuzluk sorunları aşılsın. Böylece ortaya “DV Codec” çıktı. “Compressor – decompressor” kelimelerinin kısaltılmışı olan “codec” terimi DV kameraların kalbindeki programcığı tanımlıyor.

Görüntüleri sayısallaştırmak çok kolay bir iş değil. Eğer kaliteyi düşürmeden sayısallaştırmaya kalkarsanız çok fazla veriyle boğuşmak zorunda kalıyorsunuz. Bu yüzden sıkıştırma teknikleri geliştirilmiş. Basitçe ifade edersek görüntüyü bir miktar ‘bozarak’ kaydedersiniz. Örneğin bu ‘bozma oranı’ Video CD’de çok yüksekken DVD’de daha düşüktür. Bu yüzden de DVD’de seyrettiğiniz film VCD’dekinden çok daha iyi görünür.

İşte bu ‘bozma işlemi’nin yapılmasında kullanılan matematiksel yöntemlere genel olarak “codec” adı veriliyor. Bütün DV kameralar sonuç olarak “DV Codec” denilen bir formülü kullanıyorlar. Örnek olarak Digital 8, Mini DV, DVCAM, DVC Pro… bütün bu modeller aslında aynı veriyi kaydediyorlar. Sadece bu işi yapmak için farklı kayıt sistemleri kullanıyorlar.

Bütün bu kameraların üzerinde ürettiğimiz verileri aktarmamızı sağlayan bir de kapı var. Mucidi Apple’ ın bu kapıya verdiği isim “Firewire”, Sony ise “I-Link” diyor. Resmi adı ise “IEEE 1394”.

Bu kapı sayesinde çekeceğiniz görüntüleri bilgisayarınıza aktarıp, düzenleyip, kurgulayıp, ekleyeceginiz efektlerle birlikte kameraya geri aktarabileceksiniz. İşin güzel tarafı, bu işlemler sırasında hiç bir görüntü kaybı yaşamayacaksınız. Ne yazık ki karşınızda ufak bir engel var. Avrupa Birliği kurallarına göre “firewire” iki taraflı çalışırsa (yani hem kameradan bilgisayara hem de bilgisayardan kameraya aktarmaya izin verirse) kameranın fiyatının üzerine ek bir vergi biniyor. Bu verginin nedeni yasalara göre böyle bir kameranın sadece kamera olarak değil aynı zamanda bir video kaset kaydedicisi (VTR) olarak görülmesi.

Bunu aşmak isteyen üreticiler (ne yazık ki) Avrupa’ ya giden kameraları “DV In” özelliğine, yani bilgisayardan kameraya aktarım yapmaya, kapatıyorlar. Sadece bazı üst modellerde bu özelliği açık tutuyorlar ki onların da fiyatları zaten pahalı. Neyse ki Internet’ te bu kameraların bazılarının “DV In” seçeneğini açık hale getiren küçük aletler satılıyor. Yasalara aykırı olduğu için burada yer veremeyeceğiz. Bu konuyu biraz araştırmanız gerekecek. Ayrıca bazı kameralarda “Analog In” seçeneği de var. Bu da şu anlama geliyor: Analog bir aleti (örneğin VHS) kameranıza bağlayıp “firewire” kapısından sayısallaştırılmış VHS görüntüleri elde edebilirsiniz. Yani kamera aynı zamanda bir analog-dijital çevirici görevi yapar.

Bugün (2009) artık kayıt için kaset kullanan kameralar neredeyse yok oldu diyebiliriz. Bunların yerini sabit disklere, yeniden yazılabilir DVD’lere veya hafıza kartlarına kayıt yapan modeller aldı. Sabit disk değiştirilmesi zor olduğu ve çok güvenli olmadığı için pek önerilecek bir kayıt ortamı değil. CF (Compact Flash) veya SD kartlara veya P2 gibi kartlara kayıt yapan kameraları tercih etmekte yarar var. Böylece kameranın üzerindeki sabit diskin kapasitesiyle sınırlı kalmaz ve ihtiyaç oldukça yeni hafıza kartları edinebilirsiniz. Tabi sonuçta yaptığınız çekimleri başka bir yerde saklamanız gerekecek. Bu durumda da yine sabit disklere yönelmek en mantıklısı. Yani yine başladığımız yere dönüyoruz! Aslında kaset çok kötü bir kayıt ortamı olmasına rağmen sabit diske göre bazı avantajları da yok değildi.

Tabi codec ler de çok değişti ve gelişti. DV artık epey eski ve ölmek üzere olan bir codec. Hatta onun devamı sayılabilecek HDV (High DV) bile eskidi. Bugünün en popüler codecleri AVCHD, Mpeg2 türevleri ve H264 olarak karşımıza çıkıyor. Ne yazık ki bu codec ler hala DV codec kadar uyumlu değiller ve kurgu yazılımlarında bir takım sorunlar yaratabiliyorlar.

Bir de yeni gelişen HD (High Definition) konusu var. Eski kameralar SD (Stadart Definition) olarak kayıt yaparlardı yani yaklaşık olarak 720*576 noktacıktan oluşan görüntüler üretirlerdi. HD kameralar ise 1280*720 ve 1920*1080 gibi değişik çözünürlüklerde çalışabiliyorlar. Her ne kadar bu HD görüntüleri seyredebilmek için aynı özelliklerde monitörlere ve TV’lere ihtiyaç olsa da bugün (2009) artık HD olmayan bir kamera almak pek akıl karı değil.

Küçük format kameraların en zayıf yönü ne yazık ki mercekleri. Canon’un meşhur XL serisi dışında hiç birinin merceği değişmiyor. Zaten Canon’un mercekleri de o kadar pahalı ki pratikte o da değişmiyor diyebiliriz. Ucuz olması açısından bir çok üretici düşük kalite mercekleri tercih ediyor. Daha da kötüsü son kullanıcıyı etkilemek için “tele” yani uzağı yakınlaştırma özelliği artırılırken, asıl önemli olan “geniş açı” göz ardı ediliyor. Bu durumu düzeltmek için bir “geniş açı çeviricisi”ne ihtiyacınız olacak. Merceğin önüne takılan bu parça görüş açısını yüzde 40’a kadar genişletebiliyor.

Buraya kadar yazdıklarımı özetlemem gerekirse: Kısa filminizi çekeceğiniz kamera üç çipli (3CCD), netlik (focus), pozlama (exposure), beyaz ayarı (white balance) gibi özelliklerin sizin kontrolünüzde (manual) olduğu, sayısal (digital) bir kamera olmalı. Marka seçimi ise apayrı bir konu. Internet’ te bu konuda çok fazla tartışma var. Herkes kendi kamerasının en iyisi olduğunu iddia ediyor. Gerçekte aralarındaki fark gözle ayırt edilemeyecek kadar az. Bu yüzden yukarıdaki özelliklere sahipse bulabildiğiniz herhangi bir markayı kullanmanızı öneririm. Zaten filmi çekmeden önce kamerayla deneme çekimleri yapmanız şart. Hem kameraya iyice hakim olmalısınız (çünkü kameraların menülerinde bu yazının sınırlarını aşan bir çok önemli özellik gizli) hem de filminizin görüntüsü konusunda denemeler yapmalısınız.


Son olarak şunu unutmamak gerek: Dünyanın en iyi kamerasına bile sahip olsanız iyi film çekeceğiniz kesin değil. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin kendi kendine müthiş filmler çeken bir kamera yapamayacak. Bu yüzden yukarıdaki gibi bir kameraya ulaşamıyorsanız çok da dert etmeyin. Thomas Vinterberg’ i hatırlayın.
.

Leslie Nielsen: 1926 - 2010

http://ia.media-imdb.com/images/M/MV5BMTI3MTE1NjM4N15BMl5BanBnXkFtZTYwNzI3MTI0._V1._SY140_.jpg

Leslie Nielsen, the serious young actor who enjoyed far greater fame in a second career as a bumbling, older, comic actor in hits such as Airplane! and the Naked Gun series, has died from complications from pneumonia brought on while battling a staph infection. He was 84.

Nielsen was born on February 11, 1926 in Regina in the Saskatchewan province of Canada. He was the son of a Canadian Mounted policeman and went on to serve in the Royal Canadian Air Force before becoming a radio announcer and DJ. A scholarship to New York’s Neighborhood Playhouse allowed him to study acting with Sanford Meisner and dance with Martha Graham. Bit parts on stage and TV led to leading roles.

His height and his good looks made him a natural to play the stalwart hero, which he did in films like the sci-fi classic Forbidden Planet. He then spent two decades in various TV roles, often guest spots, with the odd turn in movies where the role required a serious and commanding presence, as he did as the captain of the doomed ship in The Poseidon Adventure.

He was doing guest stints on television’s "The Love Boat" and "Fantasy Island" when David and Jerry Zucker and Jim Abrahams came to call. They wanted Nielsen to play the solemn character he’d perfected over the years in their upcoming spoof Airplane! as Dr. Rumack, the practical physician aboard a troubled flight. Nielsen was relieved to be offered something where he wasn't playing the grandfather and the role forever changed his career and the public’s perception of him. Nielsen deadpanned some of the best lines in the movie: “Surely you can’t be serious.” “I am serious. And don’t call me Shirley.” and “The life of everyone on board depends upon just one thing: finding someone back there who can not only fly this plane, but who didn't have fish for dinner. “ (That dialogue was taken directly from Zero Hour!, the serious flight disaster film upon which Airplane! was based.)

Though Airplane was the surprise hit of that summer Nielsen headed back to TV, to star as Lt. Frank Drebin in the short-lived Zucker/Abraham’s comedy, “Police Squad.” The show failed but it inspired the creative team behind it to make a big screen version with The Naked Gun: From the Files of Police Squad! The success of that film in 1988 led to two sequels with Nielsen headlining and the reliable George Kennedy and still comely Priscilla Presley supporting. The series also gave O.J. Simpson another few years of time in front of the movie camera. Several poorer cousins, such as Dracula: Dead and Loving It, Mr. Magoo, Spy Hard and Wrongfully Accused, followed and tainted the goodwill Nielsen had accumulated and the diminishing box office confirmed it. He continued to make cameo appearances in films, almost all spoofs, up until his death.

Nielsen had been ill for over a week, getting treatment for a staph infection in a hospital in Fort Lauderdale when he contracted the pneumonia. His nephew, Doug Nielsen, confirmed the rumors of his uncle’s death by a call-in to a Manitoba radio station, CJOB on Sunday stating that “today at 5:30, with his friends and his wife, Barbaree, by his side, he just fell asleep and passed away.”

Nielsen is survived by Barbaree Nielsen, his fourth wife, and his two daughters, Thea and Maura, whom the actor had with his second wife, Sandy Ullmann.

New Short Film on the way...

http://sphotos.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-snc4/hs1124.snc4/148675_143915718994398_143915622327741_247498_7821141_n.jpg
Bahadır Karasu will enter the new year with his new short film " Alone City". Alone city interpret a story about a boy who feel so alone himself and trying to solve his current sadly situation by his memories. He knows that his soul is not happy.

‎"Humans absolutely feel
the loneniless, but no matter how they stand against it, their soul are not
happy because of that. Have you ever been in Alone City ? Some's has
been there one time, Somes move in there, Somes give a struggle to
come back."

The cast and crew of the film has just determined and shootings will be started in one week. The presumed ending time of shooting is last week of february. Bahadır Karasu predicted that the whole film will be finished in the endings of spring.

The website of the film ;
http://alonecity.weebly.com



http://www.emindogu.com.tr/wp-content/uploads/2009/12/Jimmy-Wales.jpg


I got a lot of funny looks ten years ago when I started talking to people about Wikipedia.

Let’s just say some people were skeptical of the notion that volunteers from all across the world could come together to create a remarkable pool of human knowledge – all for the simple purpose of sharing.

No ads. No agenda. No strings attached.

A decade after its founding, nearly 400 million people use Wikipedia and its sister sites every month - almost a third of the Internet-connected world.

It is the 5th most popular website in the world - but Wikipedia isn’t anything like a commercial website. It is a community creation, written by volunteers making one entry at a time. You are part of our community. And I’m writing today to ask you to protect and sustain Wikipedia.

Together, we can keep it free of charge and free of advertising. We can keep it open – you can use the information in Wikipedia any way you want. We can keep it growing – spreading knowledge everywhere, and inviting participation from everyone.

Each year at this time, we reach out to ask you and others all across the Wikimedia community to help sustain our joint enterprise with a modest donation of $20, $35, $50 or more.

If you value Wikipedia as a source of information – and a source of inspiration – I hope you’ll choose to act right now.

All the best,

Jimmy Wales

Founder, Wikipedia

P.S. Wikipedia is about the power of people like us to do extraordinary things. People like us write Wikipedia, one word at a time. People like us fund it, one donation at a time. It's proof of our collective potential to change the world.
http://www.emindogu.com.tr/wp-content/uploads/2009/12/Jimmy-Wales.jpg

10 yıl önce insanlara Vikipedi'yi anlatmaya başladığımda alaycı bakışlarla karşılaştım.

Bazı iş çevreleri, kayda değer bir bilgi havuzu yaratma ve paylaşma amacıyla tüm dünyadan gönüllülerin bir araya gelmesi fikrine karşı kuşkucu yaklaştılar.

Reklamsız. Kârsız. Özel bir amaç olmaksızın.

Kuruluşundan 10 yıl sonra, 380 milyondan fazla insan (dünyada internet erişime sahip nüfusun neredeyse üçte biri) Vikipedi'yi her ay kullanıyor.

Vikipedi dünyanın en popüler 5'inci internet sitesi. Milyon dolarlık yatırımlarla kurulmuş diğer dördü ise, sürekli pazarlama faaliyetleriyle ve geniş kurumsal personel kadrolarıyla yönetilmekte.

Fakat Vikipedi ticari bir internet sitesinden çok farklı. Bu farklılığın nedeni ise; Vikipedi'nin gönüllü bir topluluğun tek tek katkılarıyla oluşturulması. Siz de bu topluluğun bir parçasısınız ve ben bugün sizden Vikipedi'yi korumanızı ve devam ettirmenizi rica ediyorum.

Birlikte Vikipedi'nin ücretsiz ve reklamsız kalmasını sağlayabiliriz. Onu açık tutabiliriz – Vikipedi'deki bilgiyi istediğiniz biçimde kullanabilirsiniz. Onun gelişmeye devam etmesini sağlayabiliriz – bilgiyi her yere yayarak ve herkesi katkıda bulunmaya çağırarak.

Her yıl bu zamanda, size ve Wikimedia topluluğundaki herkese ulaşarak ortak girişimimizin devamını 20, 35, 50 dolar veya daha fazlası gibi bağışlarla desteklemenizi rica ediyoruz.

Eğer siz de Vikipedi'yi bir bilgi ve ilham kaynağı olarak görüyorsanız, eminim ki şu anda harekete geçeceksiniz.

En iyi dileklerimle,

Jimmy Wales

Kurucu, Vikipedi

Not: Vikipedi, bizim gibi insanların olağanüstü şeyler yapabilme gücünü gösteriyor. Onu bizim gibi insanlar kelime kelime yazıyor. Onu bizim gibi insanlar damla damla bağışlarıyla finanse ediyor. O, dünyayı değiştirmeye yönelik ortak potansiyelimizin bir kanıtı.
top