http://sydneychamberopera.com/wp-content/uploads/2010/09/Notes-3.jpg

Farkettim ki blogu sürekli sinema dünyasından genel bilgiler hatta ayrıca sinema ile alakası olmayan ancak hoşuma giden bazı hikayeler ve haberleri paylaşarak kullanmaktayım, ancak şahsi blogumda kendimden bahsedememek büyük bir eksiklik olsa gerek, yeni farkına vardım. Kendimden bahsetmek derken yani ben bu koskoca sinema dünyasının içinde neler yapmaktayım, neler çabalamaktayım, düşüncelerim ve planlarım neler... biliyorum banane diyorsunuz hatta aptalmısın be adam yaptığın kendine niye paylaşasın ki diye söylendiğinizi duymaktayım, ama yinede ben paylaşacağım sizin umrunuzda olmasada bu bloga girdiyseniz eğer okumanızda fayda var diyerekten başlıyorum yeraltından notlara.



Öncelikle neden yeraltından notlar diye sorarsanız şunu söyleyim...Dostoyevsky'nin eseri ile alakası yok etkilenmede yok. Böyle birşey kullanmamın sebebi yeraltında olmasamda yeraltındaymışım ve dış dünya ile iletişimim kopuk bir şekilde yeraltında yaşıyormuşum gibi görmem kendimi, yani kısası fiziksel olarakta yalnız olmasamda, beynimin içinde yeraltında yaşıyorum, manevi olarak yeraltında bana arkadaşlık eden tek şey var ; Düşüncelerim.


 * Uzun süredir kamera arkasına geçememenin çok büyük bir stresi var şu sıralarda. Yaklaşık olarak 6 aylık süre oldu sanırsam ama artık şu konuda kendime söz verdim, armut piş ağzıma düş tarzında en ufak birşeyde ben bunu film yaparım yada ben bunu çekerim tarzında kameraya yanaşmamak, artık ince eleyip sık dokuyorum.

* Film çekmekte özellikle kısa film çekmekte tek önemli olan şeyin " hikaye " olduğunu anladım şu ana kadar... bırakın kamera kalitesini, ne kadar bütçe olduğunu ve diğer sinemasal aksesuarlardan yoksun olmayı bana şu an bedava "Red one" kamera verilse ben onla ne çekeceğim ki ?

* Hikaye'nin artık öyle basite indirgemeyeceğini anladım tek bildiğim şey var " benim bu dünya ile koca bir derdim var " ama bu dertler bildiğiniz " Hansel ile Gratel " tarzı hikayeler gibi anlatılacak dertler olmadığı.

* Bundandır ki uzun süredi kamera arkasına geçmedim, belki kendimi avutuyorum....yok yok avutmuyorum evet şu an mutluyum.


* Plansızlık başımı kemiriyor adeta, plansız işler yapılıyor evet plansız... kurduğumuz topluluk ( pirana film ) biraz geç adımlar atıyor buda ben ve ekip arkadaşlarımın acımasız hayat koşuşturmasından ya da tam tersine sırf onu bahane göstererek birşeyleri hızlı üretememekten kaynaklı, zira zaman parayla değil ancak tekrar da satın alınamıyor sadece bir kez geliyor ve anlatacağınız dertler o kadar çok ki hangi zaman dilimini sığdırmayı düşünürken arkanızdan bir balta indiriliyor sanki.

* 2012'ye kadar çekeceğim kısa filmin hazırlıklarına başladım. Senaryo üzerinde düşünmeye devam etmekteyim, daha çok herhangi bir müdahele gerektirmeyen doğanın kendisini, tanrının sanatının kendisini kullanarak üretebileceğim bir hikaye üzerinden gidiyorum.

* Senaryo bakımından sıkıntı yaşadığım gerçeğini göz ardı etmiyorum, ancak tırtıl ve koza hikayesinide unutmuyorum, arabanız var ve önünüzde iki yol var birisi çok taşlı ve engebeli diğeri ise dümdüz harika bir yol hangisinden giderdiniz, o kaymak gibi yoldan değil mi ?


* Yeraltında yaşamaktan sıkılmıyorum... neden mi ? Çünkü müzik var, nerede olursanız olun, ister Ay'da ister Jüpiter'de herhangi bir yerde. Sizden alamayacakları iki şey var Müzik ( Shawshank Redemption Andy Duffrene'e bağladık biraz :) ) ve düşünceleriniz. Müzik bana öylesine arkadaşlık ediyor ki hayal bile edemezsiniz.


* Son olarak yeraltından iyi günler diliyorum buradan sizlere ulaşmaya devam edeceğim... ola ki yolunuz buraya düşerse mum ışıklarını takip edin sizi bana çıkaracaktır gelmezsenizde canınız sağolsun yapacağım filmler sizi zaten yeraltına çıkaracaktır umarım.













 

Rus sinemasının dünya sinemasının sinematografisinde ve kurgusunun iskeleti olduğunu söyleyebiliriz aslında...Rus yönetmenler kendi sinema dilini oluşturmuş ve akıllı ve izleyiciye doğrudan etki eden kurgular bulmuşlardır bunlardan biri Lev Kuleshov'un izleyiciyin duygularıyla oynayabilmesini sağladığı kurgu diyebiliriz yani Kuleshov Efekti...

 

Unutulmuşluğu Yenen bir Öncü:

Lev Kuleshov

Gökhan Erkılıç
editor@sekans.org
Kuleshov adı, yaşamını sinemaya adamış belli bir grup dışında, sinemayla amatör ya da profesyonel olarak ilgilenen sinemacıların belleğinde ve bilgisinde ne önem taşır ne de yer tutar, çoğunlukla da tutar gibi yapılarak geçiştirilir. Dünya genelinde, üniversite çevrelerinde bile yıllar boyu unutulmuşları oynadığı, hatta günümüzde bile üçüncü dünya akademisyenleri arasında kendine henüz yol bulamadığı da göz ardı edilmemeli. Oysa ki tüm zamanların değişmez gerçeğini sorgulayan o ünlü, bilenle bilmeyenin bir olmadığı saptamasına dokunan, dokunduran bir alandır Kuleshov öğretisi. Yıllara yayılan bir ilgisizlik! Varsın olsun, Kuleshov onlarsız da Kuleshov! Bu yazı, bu ilgisizliğe ve görmezliğe karşı duyulan isyan duygularıyla yazıldığı için bilenler veya bir bilen gibi davrananlar için yazılmadı.
Yönetmen ya da bir sinema teorisyeni olmaktan öte, kurgu kuramını ortaya atan sinema adamı olarak bakılmalıdır Kuleshov’a. Onun yaşam öyküsü 14 Ocak 1899’da Tambov’da başlar, Lev Vladimirovich Kuleshov adıyla. Bu denli yoğunlaşmış bir ilgi, sevgi ve üretme arzusunu nasıl duyup hayata geçirdiğini anlamak zor olsa da, onu daha 17 yaşında dönemin ünlü yapımcısı Kanconkov’un stüdyosunda dekoratör olarak buluruz. Döneme ilişkin kayıtlardan yine dönemin öne çıkan yönetmenlerinden Evgeni Bauer’in yönetiminde çalıştığını öğreniyoruz. Henüz 18 yaşında ilk sinema yazılarına ve ilk yönetmenlik girişimine tanık oluruz. Gençliğin ataklığını ve öğrenme tutkusunu taşıyan bu yazılarda ne yapacağını bilen, yeri geldiğinde yol gösteren ve durmaksızın arayışlarını sürdüren bir insanla karşılaşırız. Hemen ardından 1918-19 yıllarının iç savaş ortamına elinde kamerasıyla sürüklenir. Moskova’ya döner dönmez, 1 Mayıs 1920’de kuruluşunda da emek harcadığı Devlet Sinema Okulu’nun öğretim kadrosuna alınır, yaş 21! İlerleyen yıllarda yetiştirdiği ünlülerle ünlenecek olan atölyesini 1922’de oluşturur ve ham film yokluğu nedeniyle filmsiz film deneylerine başlar. Olanaksızlıkların insanın hayalgücünü hangi noktalara taşıyabileceğinin en elle tutulur, gözle görülür örneklerinden biridir Kuleshov denemeleri.
Yönetmenin herşeyden daha önemli bir konuma sahip olduğu düşüncesiyle yola koyulur. Bunu kurgunun sinema sanatının en önemli öğesi olduğu görüşü izler. Sovyetler Birliği’nde kurgu sözcüğünü ilk kullanandır. Filmsel zaman ve zaman boşluğu kavramları attığı önemli adımlar olur. Kuleshov’u kurguya yönlendiren iki temel etken vardı. Bunlardan biri doğrudan sinemadan geliyordu ve anlatım dilinin zenginliği ile Kuleshov’u bir hayli etkileyen David W. Griffith sinemasıydı. Diğeri ise ülkesinin güçlü yazı geleneğine dayanan, gelişkin örnekleri özellikle Tolstoy ve Puşkin’in yapıtlarında karşımıza çıkan kurgusal anlatım teknikleriydi. 
Sinema tarihine Kuleshov Efekti diye giren kurgusal yorum çeşitlemesi dikkat çekicidir. Tanınmış oyuncu Ivan Mosjukin’in bir yüz çekimini, sırayla yemek, çocuk ve tabut çekimlerine ekler. Oyuncunun yüzündeki anlam, her eşlemede farklı duygusal bir tepki taşıyormuş algısı uyandırır. Orijinali kayıp olan bu kurgu çalışmaları üç temel okuma ilkesine dayanır: kurgunun yoruma dönüklüğü, anlamın son katmanının seyirci tarafından belirlenmesi ve karşıtlıklar algısı. Onun deneysel kurgu çalışmaları giderek ayrıntılara yöneldi ve parça-bütün ilişkisine odaklandı.
Kuleshov’a göre kurgu bilincine varan ilk yönetmen Griffith, kendisi de kurguyu kuramsallaştıran ilk isimdi. Kurgusal anlatıma göre gerçekleştirilmiş ilk Rus yapımı 1917’de çektiği Proyekt Injenera Praita (Mühendis Praita’nın Projesi) filmiydi.
 

Resim: The Extraordinary Adventures of
Mr. West in the Land of the Bolsheviks, 1924
 
Kuleshov atölyesinin artık herkes tarafından duyulan deneyleri, ham filme kolay ulaşılmaya başlandığı 1923 yılıyla birlikte daha bir yoğunluk kazanır. Bu dönem, Kuleshov’u bir teorisyen olmaktan çıkarıp, aynı zamanda bir yönetmen olarak da tanınmasına neden olacak yapıtlarını barındırır. Kuleshov adının önemli bir ad olduğu söylemini taşıyan ilk film, Bolşevik dünyasına uyum sağlama problemleri çeken bir Batılı tiplemesinin başından geçenlerin anlatıldığı The Extraordinary Adventures of Mr. West in the Land of the Bolsheviks (Bay Batı’nın Bolşevikler Ülkesindeki Olağanüstü Serüvenleri, 1924) olur. Film, propaganda üzerine kurulu özgün bir güldürüdür. Öğrencisi olan bir diğer ünlü sinema adamı, Vsevolod Pudovkin filmin senaristi, dekor tasarımcısı ve oyuncusu olarak Kuleshov’a büyük destek verir. Beş yıl önce hayatına giren filmin kadın oyuncusu Alexandra Khokhlova’nın, yönetmenin hem özel hem sanat yaşamında zirveye çıktığı anlaşılır. Üçlü bir yıl sonra ve aynı görev dağılımıyla, ayrıntılarla zengin kılınan atmosferi, psikolojik derinliği ve sanatsal arayışlarıyla propaganda sinemasını aşan Ölüm Işını’nı (Luc Smierti, 1925) gerçekleştirir. Artık Kuleshov’un önünde başyapıtı olarak gösterilen Dura Lex’in yapım öncesi çalışmaları uzanmaktadır. 

 

   Po Zakonu/Dura Lex


senaryo: Victor Shklovski, Lev Kuleshov
görüntü yön: Konstantin Kuznetsov
dekor: Isaak Makhliss
oyuncular: Alexandra Khokhlova, Sergei Komarov, Vladimir Fogel, Piotr Galadzhez
1926/61’/1673 mt/s&b/sessiz


 
Jack London’ın kısa bir öyküsünden yola çıkan Kuleshov, yarattığı klostrofobik atmosferin sağladığı psikolojik gerilimle beslenen çarpıcı bir Alaska westerni gerçekleştirir. Ortamın ıssızlığı içinde içgüdüsel davranış eğilimleri gösteren, para tutkusunun öldürmeyi sıradanlaştıran çekiciliğinin emrine girmiş ve içinde barındırdığı sadizmi dışa vurmakta kendini kontrol edemeyen bir altın arayıcısının öyküsü...
Biri kadın olan, Amerikan rüyasına dalmış sürüklenen diğer iki yol arkadaşı, yaşamlarının riske girdiğini farkederler ve silahını elinden alırlar. Adamı bir kulübeye tıkarlar ve bahar gelinceye kadar orada gözaltında tutmaya karar verirler. Bahar, ardında cinayetler olan adamın yargı yoluyla cezalandırılması için uygun hava ve ulaşım koşullarını yaratacaktır. Ancak, bir akşam kulübeye döndüklerinde, suçlunun ardında onlara şans dileyen bir not bırakarak kaçmış olduğunu görürler.
Filmografisinin ilk yazınsal uyarlamasını gerçekleştiren Kuleshov, filmde bütünüyle montaja dayalı bir anlatım dilini benimser.

 

Kuleshov ilerleyen yıllarda Stalin rejiminin saplantılı ideologlarınca fazla entelektüel ve burjuva kalıntısı olanlar arasında gösterilecek ve bu durum yönetmenin yaratıcı doğasından uzaklaşmasına neden olacaktır. Filmler çekecek ancak zirveye yeniden tırmanamayacaktır. Küskünlüğünü üzerinden atamayan Kuleshov, ilerleyen yıllarda bir tek Büyük Avutucu (The Great Consoler, 1933) filmiyle eski günlerinin çizgisini yakalar. 1941’de Film Yönetiminin Temel İlkeleri adlı yapıtını yayınlar. Khoklova ile ortak yönettiği Biz Urallar’danız (We from the Urals, 1944) son filmi olur ve aynı yıl Moskova Film Enstitüsü’nün yönetimine getirilir.
Resim: The Great Consoler, 1933
50’lerle başlayan yıllar Avrupa gezileri, film festivallerinde jüri üyelikleri, toplu gösterimlerine davetler ve film gösterimlerini destekleyen derslerle geçer. 30 Mart 1970’deki ölümünün ardından yıllarca unutulmuşları oynayacak, nedense Batı onaylamadığı sürece kimsenin adamdan sayılmadığı bu evrende, unutulmuşluğu er geç yenecek düzeydeki yeteneği, emeği ve yapıtları sayesinde yeniden gündemimize taşınacaktır.
 
1917 The Project of Engineer Prite
1917 An Unfinished Love Song
1919-20 Kronika
1920 On the Red Front
1924 The Extraordinary Adventures of Mr. West in the Land of the Bolsheviks
1925 Luc Smierti
1926 Dura Lex
1927 The Journalist Girl
1929 The Happy Canary
1930 Dva-Bouldi-Dva
1931 Forty Hearts
1932 Gorizont
1933 The Great Consoler
1940 The Siberians
1941 Happening on the Volcano
1943 Timur’s Oath
1944 We from the Urals


Tarsem Singh ismini ilk defa yönettiği "The Cell - Hücre" filmiyle duymuştuk, karanlık atmosferi başarıyla yansıtan ve harika görüntüleri olan film ne yazık ki başrol oyuncusunun Jennifer Lopez olması sebebiyle baştan bir önyargıya maruz kalmış ve IMDB puanı bile 6.2 olmuştu. Kaliforniya'da Dizayn bölümünden mezun olan Singh'in oldukça az sayıda çektiği filmlerin tüm karelerini özenle seçtiği çok açık. Nitekim hem yazıp, hem yapımcılığını yaptığı ve yönettiği "The Fall" ile büyük bir çıkış yakaladı. Masalsı havasıyla Tim Burton filmlerine benzeyen The Fall'da renklerin seçimi, görüntüler harikaydı. Nitekim o sene sinematografi dalında kazandığı ödüller Singh'in başarısının kanıtı oldu.
Bu filmden sonra yine uzun bir ara veren Singh daha sonra Grek mitolosijini konu alan Immortals'ı çekti, Immortals ülkemizde de Kasım ayında vizyona girecek ve fazlasıyla ses getirecek gibi. Bense 2012 Mart'ında vizyona girmesi planlanan "Snow White - Pamuk Prenses" filmini merakla beklemekteyim. Kötü kraliçeyi Julia Roberts'ın, kralı Sean Bean'in (kabul edelim bu adam bu tür rollere fazlasıyla uygun) canlandırdığı filmde Pamuk Prenses'i Lily Collins canlandırıyor. Açıkçası Alice in Wonderland'de beklentileri fazla yükselttiğim için bu filme temkinli yaklaşmak istiyorum, gerçi Alice in Wonderland'de görüntü olarak yine tatmin olmuştum, filmden gelen görüntüler görsel bir şölen yaşayacağımızın habercisi gibi. Kostümler, renkler her zamanki Tarsem Singh çizgisinde. Grimm kardeşlerin hepimizin bildiği masalından farklı olarak Singh konuyu biraz değiştirmiş, filmde Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler yıkılmış krallıklarını geri almaya çalışıyor. Bu değişiklik bazılarını memnun etmemiş olacak ki şimdiden eleştiriler başladı, açıkası ben senaryo ve oyunculuk açısından çok fazla  bir şey  beklemediğimden belki diyaloglara - oyunculuklara fazla takılmadan direk olarak bir fotoğrafa bakıyormuş gibi izleyebilirim filmi. Bizi neler beklediğini merak ediyorsanız aşağıda koyduğum resimlerin üzerine tıklayıp büyük hallerini görün derim.  


Güncelleme: Tarsem Singh'in başarılı olduğu bir alan da reklam filmleri, özellikle Pepsi için çektiği Gladyatör temalı reklam ve futbolcuların langırt oyuncuları olduğu reklamları ünlü çekimleri arasında. 
top