Kendi tarihimizle dalga geçiyoruz


Show Tv'de yayına başlıyan Muhteşem Yüzyıl adlı dizi yayına verildikten sonra hatta yayına verilmeden önce Kanuni Sultan Süleyman zamanını yanlış bir şekilde ve çarpıtıcı bir stille ekranlara aktarılması bir çok tarihçi ve vatandaş tarafından protestolara sebep vermişti. Dizinin ilk bölümün yayınlanmasından sonra protestolar hızını kesmeyerek devam edeceğe benziyor gelin görün ki Show TV'nin bu olaylara ne kadar direneceğini hepimiz merak ediyoruz. Çünkü açıkça belli oluyor ki bu proje için büyük miktarda paralar döküldüğü belli ancak dökülen paralara karşı hem tarihi yanlış şekilde çarpıtmak hemde Kanuni'nin tahta oturduktan sonra 8 milyon cm2 olan toprağı 14 milyon2 ye çıkarma mücadelesini ve ihtişamını senaryoya dökme zahmetinde bile bulunmayarak koca imparatorluğu sadece "harem"e sıkıştırabilmek.

Dizinin tarihle bağlantısız olduğuna ilişkin yapılan hatalardan bazıları:

  • Olaylar 1520′de geçmektedir. Oysa Topkapı Sarayı’na haremin gelmesi 1540′ta başlar. Bu tarihten önce harem, Beyazıt’taki Eski Saray’daydı.
  • Yavuz Sultan Selim’in Rodos seferi için 200 parça kalyon hazırlandığı söyleniyor. Osmanlı’da ilk harp gemisi 1644′te inşa edilmiştir.
  • 16. yüzyılda adına Avrupa denilen müstakil bir coğrafya yoktu. Bu kavram 18. yüzyıldan sonra aydınlanma döneminde ortaya çıktı.
  • Hareme kızlar, seçilerek alınır, ardından çok ciddi bir eğitimden geçirilirdi. Başta örf-âdet olmak üzere İslami ilimler ile kabiliyetlerine göre birer sanatta yetiştirilirlerdi. Dizideki harem halkının davranışlarının, asırlar boyunca süzülerek gelen ’saray terbiyesi ve nezaketi’yle alâkası yok.
  • Harem halkının muhafazasını sağlayan ve dışarıyla ilişkilerine yardımcı olan harem ağaları, binanın dışında kendilerine ayrılan nöbet yerlerinde beklerdi. Harem ağaları da aynı terbiye ile yetiştirilirdi.
  • Dizideki oryantal oyunlar ve müzik, Osmanlı eğlence anlayışı ve musikisini yansıtmıyor.
  • Babasının cenazesi ortadayken bir padişahın eğlence düzenlemesi inandırıcı değil.
  • Kostümler Osmanlı’dan çok İngiliz dizisi Tudors’tan alıntı gibi…
  • Osmanlı geleneğinde padişahın huzuruna baş açık çıkılmazdı.


All week here in California—on a relaxing holiday break—I’ve been catching up on some of the best movies of this past year.

Lounging in front of a big screen TV with my family, I’ve watched countless DVD screeners, catching some films for the first time (“I Am Love,” “The American,” “Conviction”), while re-watching others (“The Social Network,” “Greenberg,” “127 Hours,” “Rabbit Hole,” “Black Swan,” “Babies,” “The Kids Are Alright”). Over the past few weeks I’ve submitted a number of Top 10 lists, voting in polls from Film Comment Magazine (results), indieWIRE (ballot), and the Village Voice/LA Weekly (ballot). Now, survey season concludes with the indieWIRE list of staff and contributor Top 10 lists (my full roster below).

PHOTO: A scene from “Blue Valentine,” opening in theaters this week.

Lixin Fan’s “Last Train Home,” my top film of 2010, is a documentary that I saw for the first time back in November of ‘09. Reporting from IDFA—the leading doc fest in The Netherlands—I was blown away by the movie when I saw it in Amsterdam. A few months later, at the San Francisco International Film Festival, I was on a jury that gave Lixin Fan a prize for his film.

Most of the other films on my top ten were movies I caught at film festivals over the past 18 months or so, at Sundance (“Blue Valentine,” “The Oath”), Cannes (“Fish Tank,” “A Prophet”), Telluride (“Black Swan”), or New York (“Wild Grass,” “Sweetgrass”). While “True Grit” and “Somewhere,” which I watched in just the past couple of weeks, made such an impression that they quickly moved to the top of my personal roster. I’ll surely watch them again and, as with any annual list, am curious to see how films fare over time. So, I’ve picked a top ten, chosen ten more runners-up and then picked five films that just didn’t rank for me, but are worth watching to gain a wider snapshot of film in 2010. Not included anywhere are a few films that I still haven’t seen, but that are at the top of my list to watch soon: “Boxing Gym,” “The Ghost Writer,” “White Material,” “Mother,” “NY Export: Opus Jazz,” “Secret Sunshine.”

Note: This list was chosen from the long roster of films released theatrically for one-week in New York City. Choosing a top ten based on such criteria is a long tradition that will likely have to change some time. In fact, in 2011 it may finally be time to abandon the theatrical hurdle that defines distribution. More and more films reach substantial audiences via film festivals and digital platforms, stirring a dialogue and finding followers via alternative means. At the vey least, it would probably make sense to keep an annual list of films available commercially (in theaters, online or via various forms of VOD) to use as a foundation for creating “Best Of” lists in the future.

The Ten Best Films of 2010:

1) “Last Train Home”
2) “Blue Valentine”
3) “Somewhere”
4) “Black Swan”
5) “The Oath”
6) “True Grit”
7) “Fish Tank”
8) “Sweetgrass”
9) “Wild Grass”
10) “A Prophet”

Ten More That Mattered to Me:

“Greenberg”
“Enter the Void”
“Trash Humpers”
“Another Year”
“Etienne!”
“Ne Change Rien”
“Carlos”
“Shutter Island”
“Father of My Children”
“Rabbit Hole”

plus five that don’t rank but are at least worth talking about:

“The Social Network”
“Exit Through The Gift Shop”
“Catfish”
“Inception”
“127 Hours”

Maybe the subject of the film is so simple but the shooting style and using of camera is remarkable so this even can be the only reason to watch the short.


Ümit Ünal tarafından yazılmıştır.

“İçindeki Çocuk” lafını ilk kim icat etti acaba? İş toplantılarında ya da “reality-show”larda gayet pişkin, içinde çocuk mocuk olması gayet imkansız insanlardan bu lafı duyduğumda beni bir sıkıntı basıyor, sormayın... Ama bu laf da herhalde ilk söylendiğinde bugünkü kadar kulak tırmalayıcı bir klişe değil, kullanışlı bir mecaz olarak algılanmıştı. Her mecaz, her deyim, her anlatım biçimi ilk kullanıldığında özgündür, ikinci kullanışta taklit olur, üçüncüde klişeye dönüşür.

Sanat alıcıları, okurlar ya da izleyiciler genellikle tembeldir. Çoğu, sanatı “günlük sıkıntılarından kurtulmak”, “rahatlamak” için vs kullanır. Doğru dürüst, karşılıklı etkileşime dayalı, hayatı ve alışkanlıkları değiştirebilecek bir sohbeti değil, pohpohlayıcı ve sakinleştirici monologları özlerler. Bildikleri bir dünyayı, tanıdıkları tınıyı ararlar. Daha önce 50 kere gördükleri bir klişe, dinledikleri şarkıda, okudukları kitapta ya da gördükleri filmde karşılarına çıkınca eski bir dostu görmüş gibi sevinirler: “İçindeki Çocuk”, “Hasretle Öten Bülbül”, “Yasak Elma”, “Bilge Sarhoş”, “Altın Kalpli Orospu”, hangi birini saysam öbürünün hatırı kalacak...

Seslendiği “kitle”nin zaaflarını ve reflekslerini bilen işbilir sanatçılar da yapıtlarını klişelere boğar. Coelho ya da Ümit Yaşar, “Maskeli Beşler” ya da “Karanlıkta Dans”, “seçkin” ya da ticari sanat, az kullanılmış ya da cılkı çıkmış farketmez, klişe klişedir. Alıcısını kendisi kadar akıllı görmeyen, eşit bir ilişkide karşılıklı bir şey anlatmayı değil kitlenin “böğrüne böğrüne çalışmayı” tercih eden bu tür sanatçıları (bkz: manipulatör) bazen takdir ettiğim olur ama sevmem, sevemem.

Tabii klişe kullanımı, kurnazların elinde para basmaya yarayabilir. Ama bir de işini yeni öğrenen, ya da yeterince bilmeyenler var ki, bazen özentiyle, çoğu zaman da farkına varmadan klişelerin kurbanı olurlar.

Kısa Film klişeleri.
Kısa film özgür bir alan, ticari sinemanın dışında, kendi başına bir anlatım aracı olabilir. Son yıllarda çok sevindirici bir şekilde kısa filme ilgi yaygınlaştı, kısa filmi destekleyenler, yarışmalar çoğaldı. Video/bilgisayar kullanımının gelişmesiyle kısa film yapanlar da arttı. Kaderin bir cilvesi, son 3-4 yıldır sık sık kısa film jürilerine çağrıldım ve sanırım ülkemizde son yıllarda yapılan kısa filmlerin çoğunu gördüm. Jürisi olduğum son yarışmaya yaklaşık 400 film katılmıştı. Tabii sayısal artış, özgün ve yaratıcı fikirlerin de artması demek değil. Gerçekten bir derdi olan ve bu derdi özgün bir dille anlatmak isteyen genç sinemacılar var ama işin kolayına kaçan ve klişelere düşenler daha fazla... Yıllar içinde gördüğüm yüzlerce kısa filmi düşününce, bazı klişelerin tuhaf bir şekilde tekrar tekrar karşımıza çıktığını ve bundan çok sıkıldığımı farkettim ve kısa filmciler için bir “YASAKLAR LİSTESİ” hazırlamaya karar verdim. Dünya hakimi olduğum zaman kısa filmlerde hemen yasaklanacak şeyler şimdilik şunlar:

Filmi sabah uyanışla başlatmak: Bir çok kısa film kahramanın uyanışıyla açılıyor. Bir çok kötü uzun metraj film gibi... Hikaye ancak kahramanımız büyük desenli nevresimler arasından çıkıp, yüzünü yıkayıp, uzun uzun kahvaltısı ettikten sonra başlayabiliyor. Yasak kardeşim. Konuya öğlen girin, doğrudan hikayenizi anlatın.

Kelime oyunlu isim: Şu an uyduruyorum: İNSA(N/F)SIZLIK ya da DÜŞünÜŞ ya da İSTAN/BULAMADIM... Bir şiirde görseniz hoşunuza gider mi böyle basit kelime/harf oyunları? Benim gitmez. Niye kısa filmde, hele filmin isminde hoş olduğunu düşünenler hala var? Yasak!

Uzun jenerik özentisi: Bu gözler, 8 dakikalık bir filmde 3 dakikalık jenerik gördü. Lütfen sadece isminizi perdede ışıldarken görmek için film yapmayın. Başka dertleriniz olmalı. (Lütfen diyorum bak.)

Flu çerçeveli rüya/geriye dönüş: Acı ama gerçek, bunları da hala yapan şaşılacak kadar çok filmci var. Rüya sahnesini buğular içinde bir çerçeveye yerleştiriyorlar, geriye dönüş sahneleri de bulanık, siyah-beyaz ya da farklı renkli yapılıyor. Bunlar 1950’lerde bitti, yapmayın etmeyin. Bazı bunak uzun metraj yönetmenleri hala bu efektleri kullanıyor olabilir ama siz onların alternatifi olmak için başlıyorsunuz bu işe, şaka yapmak gibi bir amacınız yoksa bunlara gönül indirmeyin.

Geniş açı/Yakın plan: Geniş açı objektifle yakın plan çekerseniz oyuncunuzun yüzü deforme görünür. Ama kahramanınızı her korkunç ya da bunalımda göstermek istediğinizde geniş açı objektifi burnuna dayamanız gerekmez. Başka yol bulun.

Mim, mimci: Biraz eskilerde kalan, soyu tükenen bir klasik. Bazı kısa filmciler, “görsel” anlatımın pantomim olduğunu düşünür ve mimci figürüne yer verir. Kesinlikle yasak.

Vitrin mankeni: Bazı kısa filmciler bir evde vitrin mankeni bulunmasını nedense çok avant-garde bir dekorasyon fikri sanıyorlar. Vitrinde kendi işini yapmadığı sürece manken yasak. Hele soyut mekanlarda (çayır, vs) manken kullanmak duble yasak.

Maske: Açıklama filan yok. Yasak!

Snatch, Reservoir Dogs, Pulp Fiction: Bir kuşak bu filmlerin stiline fazla kapılıp haydutları “seksi” bulma olayını fazla abartmış maalesef. Sürüyle minik “Snatch” ve “Pulp Fiction” gördüm. Artık yasak efendim... Hırsızlar, tetikçiler vb, başka meslek beceremediği için silaha, çalıp çırpmaya, cinayete sarılan, korkunç insanlardır. Gerçek hayatta bir haydut, akranı bir marangoz, muhasebeci, eczacı ya da tamirciden daha akıllı ve yakışıklı değildir. Haydutları esprili, maceracı, çekici gösteren ve bu filmlere uzaktan yakından benzeyen herşey sonsuza kadar yasak.

Bank: Bir bankta başlayan, bir bank çevresinde dönen ne çok film var bilseniz... Kahramanlarınız başka yerde karşılaşsın, başka yere otursun, olay banktan uzakta gelişsin.

Mum ışığı: Mum tek başına gizem ve romantizm demek değildir. Yüzlerce kısa filmde gizem/romantizm anlarında mum görmekten ben çok sıkıldım.

El/ayak detayıyla hikaye anlatmak: Yalnızca son yarışmada bile 3 film, sadece el veya ayak detayları göstererek bir hikaye anlatmaya çalışıyordu. Eller buluşur, aşık olur, evlenir, sevişir, kavga eder vs... Ekonomik ama suyu çıkmış bir anlatım. Buraya kadar olanları affediyorum ama bundan sonra yasak.

Ünlü müzik parçaları özellikle Pink Floyd: Ünlü bir müzik parçasının test edilip onaylanmış etkisine güvenerek anlatım kurulmamalı. Pink Floyd’un (mesela Money’nin girişinin) sizden önce nerelerde, kimbilir kaç yüz kere kullanılmış olabileceğini bir düşünün. Vazgeçin. Ya bilinmeyen bir şey bulun, ya kendi müziğinizi yaratın ya da müziksiz film yapın.

Geri giden saat: Vaktin geçişini göstermek için sık sık araya giren yakın plan saat, vakit baskısını göstermek için hızlı işleyen saat, aniden duran saat.. derken bir de geri giden saat çıktı başımıza. Aman!

İstiklal Caddesi: İstiklal Caddesi, yüzyılı aşkındır İstanbul’un hatta Türkiye’nin gizli merkezi, sahnesi, kalbi. Tamam ama burda yeterince kısa film çekilmedi mi? 1-2 km’lik bir parkurda işleyen dekoratif bir tramvayı çekip durmanın ne manası var? İkinci bir emre kadar İstiklal Caddesi yasak.

Makyaj: Günümüzde sinemada makyajla inanılmaz şeyler yaratılabiliyor ama ancak çok paranız ve tecrübeli makyajcılarınız varsa... Evde kendi kendinize uygulamayın, çok rica edeceğim, 20 yaşında gençleri saçına pudra sürerek 50 gibi gösteremezsiniz. Komik olmaya çalışmıyorsanız makyaj yasak.

Kafaya kurşun sıkmak: Tuhaf bir şekilde son dönem kısa filmlerde kendi beynini ya da düşmanının beynini tabancayla dağıtmak moda olmuş. Bu bizi yukardaki “Snatch”, “Reservoir Dogs” yasağına ve hatta “Kurtlar Vadisi” vs yasağına götürecek ama artık yerim dar. Beyninizin bir kurşunla duvara dağılması, kötü bir şeydir. Mümkünse, yasak!

Bence sahici ve kalıcı bir söz söylemek için önce dilimizi, kafamızı kirleten klişeleri atmak, temizlemek lazım. İyi bir sanat yapıtı için gerçek dertler, arzular, oyunlar ve bütün bunları başkalarından yüzlerce kere duyduğu, gördüğü gibi değil kendi bulduğu bir sesle aktaran bir dil/anlatım gerek. Dili, dünyayı her seferinde yeniden kurmak gerek. Yine de biliyorum, bizim işlerimizde kural, yasak yok. Bir gün bakarsınız, delinin biri çıkar, yukarda saydığım bütün klişeleri ve daha beterlerini kullanır ama yine de özgün bir şey yaratır. Ama ben bu listeyi şakadan anlayanlar için yazdım. Zaten, şakadan anlamayanlara kısa film yapmak en baştan yasak.

DOODLEBUG - short film by Christopher Nolan

Christopher Nolan managed a mindfuck in three minutes...

We should live in way to make ourselves stronger than day before



Red Epic Çok Yakında

p_epic-1

Red Epic Kameramıza yakında kavuşacağız. Red eski Red One Kameraları yeni Epic Kamera ile değiştirme imkanı sunuyor.

Red One kameranın takipçisi yeni Epic modelidir. Epic Red One a göre bir çok yenilik ve yeni düzenlemelerle yakında satışa sunulacak. Uzun zamandır beklenen bir kamera olmasına rağmen kameranın yazılımındaki bir bug yüzünden piyasaya sürülmesi biraz gecikti. Bu yeni kamera ile Red One arasındaki farkları sılayacak olursak.

Epic

1- Mysterium X sensör : Yeni 5K çözünürlüğü destekleyen 13 stop luk muazzam bir dinamik menzile sahip yeni sensör. Bu sensör aslında yeni üretilen Red One Kameralarda da var. Red eski Red One kameraların Mysterium sensörlerini müşterilerine yeni MysteriumX sensörüyle $5000 dolar karşılığı değiştirme imakını sunuyor. Ayrıca MysteriumX ile çekilen görüntü Red One Kameraya göre neredeyse 6 kat daha kaliteli görüntü işleme imkanı sunuyor. Bunun dışında HDR yani yüksek dinamik alan moduyla çok daha geniş bir kontrast oranında çekim yapabilme imkanı sunuyor. HDR görüntüyü normal çekilen karelerin arasına hızlı enstantane ile çekilen ekstra bir kare daha çekilmesi prensibi ile çalışıyor. Bu ekstra kare sayesinde görüntü iki ayrı pozlama ile çekilmiş görüntünün birleşmesinden oluşuyor. Bu iki görüntüyü kamera kendisi birleştirebiliyor ya da daha sonra bilgisayarda daha detaylı bir şekilde işlenebiliyor. Bu sayede görüntünün dinamik alanı 18 stop a kadar yükselmiş oluyor.

peter_jackson_red_epic

Peter Jackson Hobbit için 30 Red Epic Kamera ile çekim yapacak.

2-Yüksek hız : Red One Kamera yüksek hızlı çekim için normal 4K çözünürlükten daha düşük boyutlarda çekim yapabiliyordu. 4K olarak güncel yazılım sürümünde saniyede 30 kareye kadar çekim yapabiliyor. Halbuki Red Epic 5K (14 Megapixel) çözünürlükte saniyede 120 kareye kadar çekim yapabiliyor, 2K çözünürlükte ise saniyede 225 kareye kadar yükselebiliyor.

3- Modüler Dizayn : Modüler dizayn birbirine uyumlu bağımsız parçaların farklı farklı kombinasyonlarda bir bütünü oluşturması anlamındadır. Red One kamerada Lens bağlantısı, kayıt sistemi, viewfinder modüler olarak dizayn edilmişti. Bunların hepsi kullanıma uygun farklı bir sistemle kullanılabiliyordu. Red Epic kamera bunu bir seviye daha ileri götürerek her parçasını lego gibi değiştirilebilen bir modül haline getirmiş.

Red One Epic Modul

Sensörden, giriş çıkış portlarına kadar her şey ayrı modüller halinde. Böylece bir modülün mesela sensörün yeni daha iyi bir sistemi çıktığında sadece bu parça yenilenerek sistem güncellenecek. Böylece komple yeni bir sisteme yatırım yapmak gerekmeyecek. Sistemi güncellemek ekonomik olarak çok uygun olacak. Ayrıca her hangi bir modülde bir sorun olduğunda sadece bu modüle servis verilebilecek. Yeni sistemin her parçası kullanıcı tarafından söküp takılacak şekilde yapılmış. En sevindirici özelliklerinden biri de Epic Kameranın Red One Kameranın 1/3 ü ağırlığında olması. Neredeyse Orta Format fotoğraf makinesi büyüklüğünde. Diğer bir güzel özelliği arkasındaki kontrol mödülünün istenildiğinde yerinden çıkarılıp uzaktan kumanda olarak kamerayı kontrol edebilmesi.

RedEpic

4- Yeni Arayüz : Red One Kameraya göre daha düzenli ve anlaşılması ve kullanımı kolay ekran arayüzü. Red One Kameranın 4 alt menüye kadar olan sistemini biraz olsun sadeleşeceğini umuyoruz.

red one epic kamera

Red Epic kamera ile başka bir sevindirici haber de eski Red One Kamera aksesuarlarının hemen hemen hepsini kullanabilmesi. Bütün eski Vizör ve LCD ekranları, batarya ünitelerini kullanabiliyor. Ayrıca Red eski EVF vizörünün yerine daha küçük ve daha yüksek çözünürlüklü yeni bir EVF çıkardı. Bunun dışında CF Kart, Red Drive (Hard Disk) ve Red Ram a alternatif olarak daha hızlı veri akışına imkan veren SSD sistemini satışa sundu. SSD Solid State Drive anlamında, sabit disklerle aynı arayüze sahip hafıza bloklarıdır. Bu SSD diskler yüksek kapasiteli ve değiştirilebilir kartuş şeklinde üretilmiş. 64, 128 ve 256 GB lik üç opsiyonu mevcut. Red One Kamera CF modülünün yerine SSD modülü ile değiştirebildiği için Red One ile de kullanılabiliyor.

Kate_Beckinsale_Esquire

Red One Kamerayı bir çok fotoğrafçı, fotoğraf makinesi olarak kullanıyor. Çünkü Red One Kameranın aslında çok hızlı çekim yapabilen bir SLR fotoğraf makinesi olduğunu düşünebiliriz. En büyük farkı açılıp kapanabilen bir perdesi yani obtüratörü olmaması. Bu sayede sanki saniyede 30 kare çeken fotoğraf makinesi gibi kullanılabiliyor. Ayrıca hem Nikon hem Canon hem de çok yüksek kaliteli sinema objektiflerini kullanabiliyor. Red Epic küçük modüler yapısı sayesinde bu iş için Red One Kameraya göre çok daha uygun, neredeyse fotoğraf makinesi boyutunda bir Epic sistemi hazırlamak mümkün. Ayrıca fotoğrafçıları destekleyen yeni özellikler arasında tek kare, 5 kare çekim. Saniyede 120 kareye kadar çekim. 14 Megapixel çözünürlük, Flash tetikleme desteği ve Film Lensi, fotoğraf lensi bağlantılarının kolay değişimi fotoğraf çekiminde Red Epic kullanmayı çok kolaylaştırıyor.

MeganFox_Esquire

Bu sıralar sık sık “3D ile sinema nasıl değişecek?” şeklinde konuşmalara şahit oluyorum. Bir grup insan sinemanın 3D ile tamamen değişeceğini ve bunun büyük bir devrim olduğunu düşünüyor. Hatta “3D sinema için bence önemsiz bir şeydir” dediğimde eski bir öğrencim “taş kafalı olmuşsun hocam” deyiverdi :)

“Taş kafalı” mıyım bilmiyorum ama bence 3D sinema için gerçekten önemsiz bir gelişme. Hatta gelişme mi ona bile emin değilim. 70lerde de böyle bir “3 buutlu” (nedense o zaman böyle denirdi!) film patlaması olmuş ama o furya başladığı gibi hızla bitmişti. Tamam bugünkü teknoloji tabi ki daha iyi ama yine de bu haliyle 3D sinemanın “harika bir deneyim” olduğunu iddia edenleri anlamıyorum.

Aslında itirazım çok temel bir noktadan geliyor: Sanatın amacı nedir? Gerçeği en iyi şekilde kopyaladığımızda en iyi sanatı mı üretmiş oluruz? Rembrandt’ın resimleri 3 boyutlu olsalar daha mı iyi olacaklardı? Ya da tamamen 2 boyutlu portreler (perspektifi de redderek) üreten Picasso, Rembrandt’tan daha mı değersizdir?

Bu soruları çoğaltmak mümkün ama cevapları bence açık: Sanatsal üretimin amacı “gerçeğe yaklaşmak” değil onu yorumlamak ve dönüştürmektir. Bir eserin başarısı bize 3 boyutlu, 2 boyutlu, renkli, siyah beyaz, yüksek çözünürlükte veya VHS kalitesinde sunulmasıyla artmaz veya azalmaz.

Örneğin Godfather gibi bir filmin 3D olmasının gereği ve anlamı yoktur.

Bütün iletişimciler gibi meseleyi Marshall Mcluhan‘a bağlarsak (“Medium IS the message”) 3D ancak eğlence sineması için uygundur diyebiliriz çünkü size anlık bir sansasyon yaşatır, kaydıraktan kaymak gibi, dönme dolaba binmek gibidir ama iner inmez etkisi geçer.

Bu bağlamda Avatar’ı bir başyapıt olarak görenler de var. Bana göre inanılmaz derecede sıkıcı bir film. Arkasında muazzam bir teknoloji ve akıllı bir yönetmen olduğunu kabul etsek de filmin metninin epey çocukça olduğunu da inkar edemeyiz diye düşünüyorum. Ayrıca 3D fimleri izlemek son derece yorucu ve bir pencereden bakmak gibi. Eğer 3 boyut bu kadar önemliyse o zaman hep beraber sürekli tiyatroya gidelim. O çıktığı günden bu yana gerçekten 3 boyutlu ne de olsa!

Yazar : İlker Canikligil

Bu sıralar sık sık “3D ile sinema nasıl değişecek?” şeklinde konuşmalara şahit oluyorum. Bir grup insan sinemanın 3D ile tamamen değişeceğini ve bunun büyük bir devrim olduğunu düşünüyor. Hatta “3D sinema için bence önemsiz bir şeydir” dediğimde eski bir öğrencim “taş kafalı olmuşsun hocam” deyiverdi :)

“Taş kafalı” mıyım bilmiyorum ama bence 3D sinema için gerçekten önemsiz bir gelişme. Hatta gelişme mi ona bile emin değilim. 70lerde de böyle bir “3 buutlu” (nedense o zaman böyle denirdi!) film patlaması olmuş ama o furya başladığı gibi hızla bitmişti. Tamam bugünkü teknoloji tabi ki daha iyi ama yine de bu haliyle 3D sinemanın “harika bir deneyim” olduğunu iddia edenleri anlamıyorum.

Aslında itirazım çok temel bir noktadan geliyor: Sanatın amacı nedir? Gerçeği en iyi şekilde kopyaladığımızda en iyi sanatı mı üretmiş oluruz? Rembrandt’ın resimleri 3 boyutlu olsalar daha mı iyi olacaklardı? Ya da tamamen 2 boyutlu portreler (perspektifi de redderek) üreten Picasso, Rembrandt’tan daha mı değersizdir?

Bu soruları çoğaltmak mümkün ama cevapları bence açık: Sanatsal üretimin amacı “gerçeğe yaklaşmak” değil onu yorumlamak ve dönüştürmektir. Bir eserin başarısı bize 3 boyutlu, 2 boyutlu, renkli, siyah beyaz, yüksek çözünürlükte veya VHS kalitesinde sunulmasıyla artmaz veya azalmaz.

Örneğin Godfather gibi bir filmin 3D olmasının gereği ve anlamı yoktur.

Bütün iletişimciler gibi meseleyi Marshall Mcluhan‘a bağlarsak (“Medium IS the message”) 3D ancak eğlence sineması için uygundur diyebiliriz çünkü size anlık bir sansasyon yaşatır, kaydıraktan kaymak gibi, dönme dolaba binmek gibidir ama iner inmez etkisi geçer.

Bu bağlamda Avatar’ı bir başyapıt olarak görenler de var. Bana göre inanılmaz derecede sıkıcı bir film. Arkasında muazzam bir teknoloji ve akıllı bir yönetmen olduğunu kabul etsek de filmin metninin epey çocukça olduğunu da inkar edemeyiz diye düşünüyorum. Ayrıca 3D fimleri izlemek son derece yorucu ve bir pencereden bakmak gibi. Eğer 3 boyut bu kadar önemliyse o zaman hep beraber sürekli tiyatroya gidelim. O çıktığı günden bu yana gerçekten 3 boyutlu ne de olsa!

Yazar : İlker Canikligil

Sinema filmlerinde kullanılan kameralardır. Kullandıkları filmin genişliği görüntünün sinema perdesi kadar büyütülebilmesine imkan verdiğinden sinema sektöründe halen en çok kullanılan kameralardır.

Profesional 35mm cine camera ( 1KSR-1M, and 1KSR-2M )

KONWAS 1
Profesional 35mm cine camera ( 1KSR-1M, and 1KSR-2M )

The KONWAS use for shoting normal amd high wide films in the 35 mm cine films.
The KONWAS camera have two version: single lens mount ( 1KSR-2M ) or turret version for setup free lenses ( 1KSR-1M )
Speed - fixed 8, 12, 16, 24, 25, 32 frames per second. ( speed 24 and 25 frames per second have crystal stabilization.)
Precision film's frames in the film +/- 0.02 mm.
Lenses:
Normal: 18, 22, 28, 35, 50, 75, 100, mm
Anamorphic: 35, 50, 80 mm
Focusing: via focusing distance in the lens or via mate screen.
Viewfinder: rotation 360 degree, 5x +/- 5D.

KONWAS 2M

KONWAS 2M

The cassettes have metter unexspose films. The camera have indicator speed shooting.

Power 12V
Cassette: for 120 meters film or 60 metters film.
Size 290 x 260 x 240 mm ( normal lenses )
610 x 225 x 250 mm ( anamorphic lenses )
Masse 8 kG

KINOR 35H ( models

KINOR 35H ( models "S"- 5KSN, and "N"- 9KSN )

The KINOR-35 use for shoting normal amd high wide films in the 35 mm cine films.
Speed - 8...32 or fixed 24 and 25 frames per second. ( speed 24 and 25 frames per second have crystal stabilization.)
Precision film's frames in the film +/- 0.015 mm.
Lenses: Normal: 18, 22, 28, 35, 50, 75, 100,150, 200, 300 mm
Zoom 20-120
Anamorphic: 35, 50, 75 mm
Focusing: via focusing distance in the lens or via mate screen.
Viewfinder: rotation 360 degree, 6x +/- 5D, or 6x and 9x.
The cassettes have metter unexspose films.

KINOR 35H ( models "S"- 5KSN, and "N"- 9KSN )

The KINOR-35 use for shoting normal amd high wide films in the 35 mm cine films.
Speed - 8...32 or fixed 24 and 25 frames per second. ( speed 24 and 25 frames per second have crystal stabilization.)
Precision film's frames in the film +/- 0.015 mm.
Lenses: Normal: 18, 22, 28, 35, 50, 75, 100,150, 200, 300 mm
Zoom 20-120
Anamorphic: 35, 50, 75 mm
Focusing: via focusing distance in the lens or via mate screen.
Viewfinder: rotation 360 degree, 6x +/- 5D, or 6x and 9x.
The cassettes have metter unexspose films.

Şanslı mısınız? Değil misiniz?


Eğer bu sabah hastalıklı değil de sağlıklı uyandıysanız,
haftayı bitiremeyecek bir milyon insandan daha çok kutsanmışsınız demektir.

Eğer buzdolabınızda yiyecek, sırtınızda giysiler, başınızın üzerinde bir çatı ve uyuyabileceğiniz bir yeriniz varsa, bu dünyada yaşayan insanların %75′inden çok daha zenginsiniz demektir.

Eğer bankada ya da cüzdanınızda paranız varsa, dünyanın en varlıklı %8′i arasındasınız.

Eğer başınızı, yüzünüzde bir gülümseme ile dik tutabiliyorsanız ve gerçekten minnettarsanız, mutlusunuz demektir, çünkü çoğunluk bunu yapabilecekken sadece pek azı gerçekleştirmektedir.

“Yazarı bilinmiyor”



“Amacımızı elde edememek, bazen asıl gerçek amaçlarımızı elde etmek anlamına gelebilir” Anthony Robbins

Yukarıdaki söz Anthony Robbins’in çok güzel sözlerinden biridir. Bu sözle bağlantılı küçük bir hikaye paylaşmak istedim sizinle…

Bir zamanlar fakir bir Yunanlı, bir bankada kapıcı olarak işe başvurmuştu. İnsan kaynakları yöneticisi, biraz da aşağılayarak “Yazmayı biliyor musun?” diye sordu.

Yoksul Yunanlı, “Sadece ismimi” diye yanıt verince, işe kabul edilmedi.

Aradan yıllar geçti ve Wall Street’te düzenlen bir basın toplantısında, ünlü Yunanlı işadamına şu soru soruldu: “Anılarınızı yazmayı düşünüyor musunuz?”

Yunanlı işadımı, “Ben yazamam” karşılığını verince, gazeteciler şaşırdı. Ancak Yunanlı işadamı devam etti: “Eğer yazabilseydim, şimdi kapıcı olacaktım.”

- Bu hikaye Hilton Otellerinin kurucusu Condrad Hilton’un 1964 basımlı “Be My Guest” ( Konuğum Ol) adlı kitabından alınmıştır. Capital Haziran sayısı syf: 60′ta bu kitapla ilgili daha fazla bilgi bulabilirsiniz.-


Tarihin en rahatsız edici filmi gerçekten… 4 adam şehirden kaçıp dağlarda kanoyla gezmeye, macera aramaya giderler. Macerayı da bulurlar: Birkaç dağ adamı gelip onları yakalar ve önce içlerinden birilerine tecavüz eder. Tecavüz etmekle de kalmaz aşağılayarak tecavüz ederler (tecavüz ederken domuz gibi bağırmalarını isterler mesela) (tecavüz edilen adam da buna uyar). Çok acayip bir filmdir. Oynalarlara baktığınızda (Burt Reynolds, Jon Voight, Ned Beatty) çok güzel bir kadrosu var filmin. Ama kelimenin tam anlamıyla seyrederken değiştirmek isteyeceğiniz türden bir film.

Film her ne kadar anca 2008 yılında Kongre Kütüphanesi tarafından “kültürel, estetik ve tarihsel açıdan harika” seçilmiş olsa da aslında 1972 yapımı. Bu filmden yola çıkılarak çok fazla korku filmi de çekilmiştir. Filmin içinde tarih yazmış bir karşılıklı banjo çalma sahnesi vardır ki insanı kendinden geçirir. Benzin alırken giterıyla oynayan 4 adamdan biri kenarda oturan kör bir çocuğun ona banjosuyla karşılık vermesine hasta olur ve karşılıklı inanılmaz bir düet yaparlar. Bu sahne en az tecavüz sahnesi kadar akılda kalıcıdır. Çocuğu canlandıran (belki de çocuk bizzat öyleydi) Hoyt Pollard isimli şahsiyeti bir daha hiçbir film ya da müzik dünyasında gören olmamıştır.

Filmin içinde dağlıları okla öldürme, suda kayanın üstüne düşüp ayağını kırıp kemiğin dışarı çıkması gibi sahneler olsa da film aslında yukarıda sözünü ettiğim bu iki sahneyle birçok filmin göndermesine maruz kalmıştır. Gönderme yapan filmlerden biri de South Park isimli müthiş çizgi filmimizdir: Star Wors ve Indiana Jones isimli filmleri bize hediye eden büyük yapımcı ve dönek George Lucas bu büyük yapıtları devamını çekince, çektiği devam filmleri birincilerden çok daha kötü olup hayallerimizi yıkınca bir de üstüne eski güzel filmlerini “dijital olarak temizliyorum” kisvesi altında değiştirip katledince South Park çocukları George Lucas’ı bu filmlere Deliverance filmindeki gibi aktörlere tecavüz ederken, domuz gibi bağırtırken tahayyül etmiştir. Bu konuda benim bir yazı yazmam da farz olmuştur.

Bu film içiniz kaldırıyorsa seyredilmesi gereken bir yapıttır. Ama diğer filmlerden aldığı göndermelerin anlamını bilmek istiyorsanız, ben sinema konusunda derinlemesine araştırma yapmak istiyorum diyorsanız kesinlikle görmelisiniz.


Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento. Respica te, hominem te memento

Roma imparatoru şehre giriyor. Herkes ayakta. Ona övgüler geliyor, bütün millet camdan çiçekler atıyor. Herkes onun adını sayıklıyor. İmparatorun arkasında köleler var. Bir tanesi sürekli imparatorun kulağına bir şey fısıldıyor. Fısıldadığı şey şu: Respica te, hominem te memento. Unutma. Sen sadece bir insansın.

Fazla büyüyenlerin kendine zaman zaman hatırlatması gereken bir kavram bu. Sen sadece bir insansın. Sen sadece bir ölümlüsün. Seni ne kadar pohpohlayanlar da olsa… İnsanlar önüne yollar da yapsalar… Haketmediğin methiyeler de düzseler… En büyük başarılara da imza atmış olsan… Sen sadece bir insansın.

Gerçek büyükler kendilerinin ölümlü varlıklar olduğunun hatırlatılmasına izin verenlerdir. Geri kalanlar patlayacak balonlardır

Death Race 2

death-race-2-dvd-0

For those of you who always wondered how the death race in Death Race began, it seems that Death Race 2, which comes straight to DVD and Blu-ray on January 18, will hold the answers you desire. From director Roel Reiné, the film stars , Ving Rhames, Danny Trejo and others. Besides the fact that it doesn’t have Jason Statham or Joan Allen in it, this sequel – even though it’s direct to video – looks right in line with the action, budget and effects of the first film. If you were a fan, check it out after the jump along with a plot synopsis and cover art.


Aşağıdaki resime dikkatle bakın ne görüyorsunuz?

Neden Seks?

Çünkü insanın en fazla bu dürtüye tepki verdiği gözlenmiş, onun için bu tip resimlerin %90′nında seks objesi işlenir. Aşağıdaki resme bakalım.

Ters çevirelim resmi

Kuzuların sessizliği film afişindeki kelebeğe daha dikkatli bakalım.

Kuru kafa olarak zannettiğimiz şey aslında neymiş?

Aşağıdaki fotoğrafa ne kadar da benziyor değil mi?

Philippe Halsman’ın fotoğrafıyla Salvador Dali ve yedi çıplak kadın (1951)

5 Temmuz 1971 tarihli Time’ın arka kapağında çıkmış Gilbey’s London Dry Gin reklamı. Reklamda bardaktaki buzlar üzerinde ‘sex’ yazıyor. Bu reklam sayesinde Gilbey’s’in 1.5 milyon dolarlık satış yaptığı tespit edilmiş. Bunun üzerine reklamla ilgili bir araştırma yapılmış. Bu reklam deneklere gösterildiğinde yüzde 60’ı reklamın kendilerinde uyandırdığı etkiyi ‘doyuma ulaşma’, ‘sex düşkünlüğü’, ‘heyecanlanma’, ‘romantizm’, ‘duyguları okşayıcı’ gibi ifadelerle tanımlamış. Reklamın gizli mesaj içermeyen versiyonu ise denekler tarafından bu şekilde tanımlanmamıştır.

Alttaki reklamlarda hem bilince hem bilinçaltına hitap ediyor;

Defalarca görmüş olabileceğiniz bir logo. Ama “E” ve “x” harfleri arasında oluşan oku gerçekten çok az kişi farkediyor. Şirket böylelikle çok “hızlı” teslimat yaptığı mesajını veriyor. Oku görmeden bile işareti algılayan beyin, insana bu hissi verdiği söyleniyor.

İnternet üzerinden kitap satışıyla ünlenen amazon.com’un logosunda ilginç bir şey yok gibi. Ama alttan geçen ok, iki anlam taşıyor. Birincisi, “Burada A’dan Z’ye herşeyi bulunuyor” mesajını taşıyıyor. İkincisi ok, gülümseyen bir yüz çağrışımı yapıp, müşteri memnuniyetinin sağlanacağı mesajını veriyor.

Çakırmısın ?

evet

Ask me anything

Ask me anything http://formspring.me/DOGUKANBAHADIR

Shaquille O'neal

Ask me anything

Lacrimas Profundere

Ask me anything

what kind of question is that ??

Ask me anything

God believes us !

Ask me anything

top