Ters gidebilecek her şey, ters gidecektir.


http://faydali.ucoz.com/_pu/0/s80489559.jpg


MURPHY Kimdir?


1917 doğumlu Edward A. Murphy Jr. ABD Hava Kuvvetlerinde 1949'da roketler üzerine deney yapan mühendislerden biriydi. İnsan üzerine ivmelenmenin etkilerini inceliyordu (USAF proje MX981). Deneylerden biri pilot üzerinde 16 değişik noktaya akselometre takılması gerekiyordu. Sensör bir yapıştırıcı ile ancak iki türlü takılabiliyordu ve birisi 16 sensörün tamamını da yanlış takmayı becerdi. Bunun üzerine Murphy, daha sonra kanun olarak nitelendirilecek ilk söylemlerini bir basın toplantısında açıkladı. Bir kaç ay içinde "Murphy'nin Kanunları" mühendislik sahasında çalışanlar arasında yayıldı ve 1958'de de nihayet Webster'in sözlüğüne girdi.

MURPHY KANUNU:

Murphy kanunları ilk olarak 1949 yılında Captain Ed Murphy tarafından "Anything that can go wrong will go wrong" "yanlış gitme olasılığı bulunan bir şey, yanlış gider" olarak emrindeki proje yöneticisi George Nichols'un yarattığı bazı durum ve tersliklerden mülhem olarak vazedilmiştir. Zaman içinde pek çok kişi benzer terslikleri Murphy kanunu adı altında listeye eklemiş, kurallar anonim bir hal almıştır.

MURPHY KANUNLARI

· Tabiat ana daima hatanın yanındadır.

· Çözülen her problem yeni problemler yaratır.

· Aptalların dahi yapamayacağı şey yoktur, çünkü onlar da kendi çapında birer dahidir.

· Smith-Wesson kare as'tan daima iyidir.

· Tek boynuzlu gergedanla birde bir oynanmaz.

· Düşürdüğün ekmeğin yağlı yüzünün halıya gelme olasılığı, halının yeniliğiyle doğru orantılıdır.

· Asla Mrs. Murphy ile ilişki kurma.

· Tünelin ucunda görülen ışık üzerinize gelen trenin farı olabilir.

· Otomobil tamir ederken düşürdüğünüz alet, daima aracın en ulaşılmaz yerine kaçar.

· Bozuk bir alet tamire geldiğinde çalışır.

· Kendinden daha çılgın biri ile asla yatma.

· Emin değilsen mırıldan, başın dertte ise birine yık.

· Kendinden emin olmadığın zaman ikna edici konuş.

· Endişelenme, kısırlık kalıtımsal değildir, çocuğuna geçmez.

· Bir şeyin yanlış gitme olasılığı varsa, yanlış gider.

· 1500 liralık ampul daha önce patlayarak 10 liralık sigortayı kurtarır.

· Kestirme, iki nokta arasındaki en uzun yoldur.

· Her şey yolunda gidiyor gibi görünüyorsa, senin dünyadan haberin yok.

· Dostlar gelip gider, düşmanlar birikir.

· Murphy'nin altın kaidesi : Altını olan kuralı belirler.

· Hayattaki en güzel şeyler : Ya kanun dışı, ya ahlak dışı ya da şişmanlatıcıdır.

· Kaz ise kazıkla.

· Enayilerin parasını yanına bırakmak ahlaka aykırıdır.

· Elindeki kuşa, başının üzerindekinden daha çok güven.

· Güzellik derinin altına kadar işler, çirkinlik ise kemiğe dayanır.

· Hiyerarşide kişiler yeteneksizlikleri ölçüsünde yükselir ve orada kalırlar.

· Daima yarışta hızlı ve savaşta kuvvetli olan kazanmaz, ama sen yine onların tarafını tut.

· Bir işi tam yapmak için vakit bulunmaz, ama düzeltmek için daima zaman bırakırlar.

· Çok üstüne düşme, bozarsın.

· Pipo akıllıya düşünme şansı verir, aptala eğlencelik olur.

· Öyle bir sistem getir ki, bir budala bile kullansın. O zaman da onu sadece bir budala kullanır.

· Herkesin zengin olmak için yürümeyen bir planı vardır.

· Hiçbir iyilik cezasız kalmaz.

· Borç alabilmek için önce ona ihtiyacının olmadığını kanıtlaman gerekir.

· Tamire kalktın mı bil ki, daha çok zaman ve daha pahalıya çıkar.

· Her şeyin %90'ı posadır.

· Üniversite hocaları başkalarının sorunlarına en liberal, üniversitenin sorunlarına ise en muhazafakar çözümleri getiren kişilerdir.

· Yasama organı çalışma halindeyken, insanların hayatı gibi, mülkiyet hakkı ve özgürlükler de tehlike altındadır.

· İnsanlar gerçekleri arar, fakat hep kendi görüşleri doğrultusunda ilerler.

· Atı suya götürmek iş değildir. Marifet atı suda sırtüstü yüzmeye razı etmektir.

· Aynı taksiyi birden fazla gazete muhabiri paylaştığı zaman, taksi ücretini önde oturan öder.

· Aynı taksiyi kaç muhabir paylaşırsa paylaşsın ve taksi ücretini kim öderse ödesin, bütün muhabirler taksi ücretini masraf listelerine yazarlar.

· Bir siyasi partinin kuruluşu, bir siyasi hareketin sona ermesi demektir.

· Yeni kanunlar, yeni kanun boşlukları doğurur.

· İnsanlar diledikleri gibi davranabilecekleri özgür bir ortama kavuşunca, birbirlerini taklit ederler.

· Popüler olan kişi, sevilmemeye mahkumdur.

· Çok denenmiş yollar, hiçbir yere çıkmaz.

· Direnen, yücelir.

· Aşırılar buluşur.

· Yeni kravat, çorba çeker.

· Dükkanda ayağa uyan ayakkabı, en çirkin olan ayakkabıdır.

· Vitrinde gördüğün hiçbir mal, sizin alabileceğiniz kadar ucuz değildir.

· Seyahate çıkarken, ihtiyacınız olan elbiselerin yarısını ve ihtiyacınız olan paranın iki mislini yanınıza alınız.

· Radyoyu ne zaman açarsanız açın, en sevdiğiniz şarkının son melodilerini duyarsınız.

· Tereyağının sertliği ile üzerine sürülecek ekmeğin yumuşaklığı doğru orantılıdır.

· Vücut banyoya girmeden, telefon çalmaz.

· Yanlış numara hiç meşgul çalmaz.

· Yeni alet almadan, kaybettiğiniz eski aleti bulmanız mümkün değildir.

· Dakikanın uzunluğu, umumi hela kapısının hangi tarafında olduğunuza bağlıdır.

MURPHY İYİMSER BİR İNSANDI.....!

· Eğer bilgisayarınızda bitirilmesi ölüm kalım meselesi olan bir iş varsa yemeğe çıkmanın tam vaktidir, çünkü elektrik kesilecektir.

· İşler yolunda gitmediği zaman gülümseyen bir kullanıcı, üzerine suç atacağı bir programcı olduğunu biliyordur.

· Kendinizi iyi hissediyorsanız kaygılanmayın, geçer.

· Birine bir iyilik yaparsanız, o iyilik göreviniz haline gelir.

· Konuşmanızda bir yanlış yapana kadar kimse dinlemiyordur.

· Birine bir makinenin çalışmadığını kanıtlamaya kalkarsanız, makine çalışır.

· İki monolog bir diyalog oluşturmaz.

· Başarı daima yalnızken, başarısızlık ise herkesin içinde vuku bulur.

· Ne hakkında konuştuğunuzu bilmiyorsanız, her şey mümkündür.

· Olumsuz beklentiler olumsuz sonuçlara götürür. Olumlu beklentiler de olumsuz sonuçlara götürür.

· Uzman, bulunduğunuz yere dışarıdan gelen herhangi bir kişidir.

· Gizli evraklar fotokopi makinasında unutulur.

· Bir berbere asla saç kesimine ihtiyacınız olup olmadığını, bir satıcıya fiyatlarının iyi olup olmadığını sormayın.

· Başa çıkamayacağınız bir hata durumunu asla test etmeyin. Düzeltemeyeceğiniz yanlışı aramayın.

· Bir deney sonuç veriyorsa bir yanlışlık olmuştur.

· Bir proje üzerinde çalışırken işi bittiğine inandığınız bir aleti yerine kaldırırsanız ona derhal ihtiyacınız olacaktır.

· Her yol başarısızlıkla sonuçlandığında talimatları okuyun.

· Araba kullanmayı öğrenene kadar gerçekten küfretmeyi öğrenemezsiniz.

· Beklenmedik bir anda ele geçen boş vakit, mutlaka boşa harcanır.

MURPHY'NİN İŞ KANUNLARI

· Ne anlama geldiği belli olmayan her şeyi 'miscellaneous' klasörü altında toplayın.

· Bir toplantının bitiş saatini ve bir kokteylin başlama saatini ASLA GEÇİKTİRMEYİN.

· Hata yapmak kula mahsustur, bağışlamak Allah'a mahsustur yönetim kuruluna değil.

· Bir şeyi ilk seferde doğru yapmaya asla zaman yetmez. Ama baştan yapmak için hep yeterince zaman vardır.

· İşinizde iyiyseniz bütün işler başınıza kalır. İşinizde çok iyiyseniz nasılsa altından kalkarsınız.

· İşyerinde bir insanın otoritesi, gömlek cebinde taşıdığı kalem sayısıyla ters orantılıdır.

· İşi nasıl halledeceğinizi bilemiyorsanız, hızlı hızlı yürüyün ve endişeli görünün.

· Cuma günleri bir şirkette hasta adam bulamazsınız.

· Şirkette birinin ünvanı ne kadar uzunsa yaptığı iş o kadar önemsizdir.

· Şirkette bozulan bir makine, tamirci kapıdan içeri girdiği sırada aniden çalışıverir.

· İş bir kere çorba olmuşsa, düzeltmek için yapacağınız her şey durumu daha da berbat eder.

· Başarı sadece şans meselesidir. İnanmazsanız çuvallamış birilerine sorun.

MURPHY'NİN SAVAŞ YASALARI

"Ters gidebilecek bir şey mutlaka ters gidecektir. Hatta bu tersliğin en az mümkün göründüğü anda bile". Mühendisler bu sözü çok severler ve Murphy yasası olarak isimlendirirler. Oysa askerlerin "Murphy bir iyimserdir" diyen O'neil yasasını benimsemek için geçerli sebepleri vardır. Savaşma, doğası gereği karmaşık ve sonu belirsiz bir görevdir. Savaş ve bitip tükenmeyen savaş öncesi hazırlıklar önceden kestirilemeyen bir çok sorunla doludur. Bu sorunlar, mücadelenin başlangıç safhasında, yani kullanılan silahlar, taktikler, doktrinler ve orduların kalitesi arasındaki farklar ortaya çıktığında daha belirgin hale gelirler. Savaş her iki taraftan da insan öğütmeye başlayınca herşey daha iyi anlaşılır. Artık daha hassas planlar yapılabilir. Bütün bunlar olup bitmeden önce, önemli faktörler bir türlü doğru olarak tespit edilemez.

Murphy yasasının en çok kurbanı olan piyadeler, ortak gözlemlerini "Murphy savaş yasaları" olarak bir liste haline getirmişlerdir. Farklı piyade birliklerinde, ayrıca yabancı birkaç orduda da bu listeyi değişik şekillerde gördüm. Kötü haber tez ulaşırmış. Aşağıdaki liste bunların bir derlemesidir. Listedekiler, kara muharebesinin ilginç taraflarını sergilemektedir.

· Siz süpermen değilsiniz.

· Geritepmesiz tüfekler geri teperler.

· Baskı ateşi baskı altına almaz.

· Aptalca görünen bir şey işe yarıyorsa o şey aptalca değildir

· Göze çarpan (belirgin) bir görünümde olma, hasmının ateşine maruz kalırsın.

· Gereksiz yere silahını çekip ateş etme, çevrendekileri sinirlendirirsin.

· Şayet emin değilsen silahını dolu kabul et, muhtemel her hedefi ateş altına al.

· Avcı boy çukurunu asla senden daha cesur biri ile paylaşma

· Asla unutma ki silahın en düşük fiyat veren firma tarafından yapılmıştır.

· Eğer hücumun iyi gidiyorsa, pusuya düşmüşsündür.

· Nereye döşediğini hatırlamıyorsan, mayının seni hedef alıyor demektir.

· Bütün beş saniyelik el bombası fünyeleri üç saniyeliktir.

· Önemsiz görünmeye çalış. Düşmanın cephanesi azalmış olabilir. (hedef olarak seni seçmesin)

· Mevziden daha ileride isen, dost topçunun daha yakına ateş edeceğini unutma.

· Önemsemediğin düşman şaşırtma harekatı esas taarruzdur.

· Kolay yol her zaman mayınlanmıştır.

· Önemli olan şeyler daima basittir.

· Basit olan şeyler her zaman zordur.

· Bir bölgeyi güvenlik altına aldıysan, bunu düşmana söylemeyi unutma.

· Üstüne gelen ateşin geçiş önceliği vardır.

· Muharebeye hazır hiçbir birliğin denetlemeden geçtiği görülmemiştir.

· Denetlemeye hazır hiçbir birliğin muharebeden başarı ile çıktığı görülmemiştir.

· Takım çalışması esastır. Bu, düşmanın üzerine ateş edeceği diğer kimselerin (hedeflerin) varlığını sağlar.

· Eğer düşman menzil içinde ise sende öylesindir.

· Dost ateşi, dostun ateşi değildir. (seni de vurabilir)

· Yapabildiğin her şey vurulmana yol açabilir. Hiçbir şey yapmaman dahil.

· Düşmanın içeriye giremeyeceği kadar mevziini mukavim (güçlü) yaparsan, sende içinden çıkamayabilirsin.

· İzli mermilerin izi iki yönlüdür, senin de yerini belli ederler.

· Üstüne gelen düşman ateşinden daha isabetli olan tek şey, üstüne doğru gelen dost ateşidir.

· Bir şeye aşırı ve çaresiz bir şekilde ihtiyacın olduğu anda, telsizler çalışmayacaktır.

· İki taraf da kaybetmeye başladığına inandığı anda, ikisi de haklıdır.

· Profesyonellerin ne yapacağını kestirebilirsiniz, ama dünya amatörlerle doludur.

· Her hava koşulunun yakın desteği kötü havada işlemez.

· Bir elbombasının tesirli yarıçapı, her zaman senin sıçrayabileceğin mesafeden bir ayak boyu daha fazladır.

· Gerçekten kontrol altında tutulan tek arazi, üzerinde ayakta durduğun toprak parçasıdır.

· Süngü kanunu der ki, mermisi olan kazanır.

· Arka kademedekiler yani muharip olmayan birlikler her yerdedirler.

· En yeni tank tahrip silahı bir diğer tanktır. Bu nedenle tanklar hep birbirleri ile savaşır ve piyadeye yardım edecek vakit bulamazlar. Asıl amaçları bu olduğu halde.

· Hassas bombardıman normalde artı/eksi bir mil içinde isabetli olur.

· B52 ve C130 uçakları ile yapılan misket bombardımanı çok isabetlidir. Bombalar her zaman yeri bulur.

· Murphy bir 11b idi. (11b Amerikan Kara Kuvvetleri'nde piyade avcı eri için kullanılan kod no'sudur.)

· Kusursuz planlar kusursuz değildir.

· Kolay yol genellikle ölümünüze yol açar.

· Üniforması daha gösterişli olan taraf kaybeder.

· Zırhlı araçlar mermileri üzerine toplayan mıknatıslar ve dikkat çeken hareket halindeki avcı boy çukurlarıdır.

· Eğer düşman dışında her şey azalıyorsa, savaştasınız demektir.

· Muharebenin ilk bir kaç saniyesi içinde hiç bir planın geçerliliği kalmaz.

· Cephane pahalı, hayatınsa ucuzdur.

· Muharebede malzeme harcamak mezar kayıt formu doldurmaktan daha kolaydır.

· Eğer düşmanı göremiyorsan, o seni hala görüyor olabilir.

· Son koruma ateşi, koruma sağlamaz.

· Savaşmadan kazanabilirsin, fakat bu çok daha zor olur. Üstelik düşman işbirliği yapmayabilir.

MURPHY' NİN EVLİLİK YASALARI

· Evliliğe başlamak, bitirmekten daha kolaydır. Ve suçlu daima eşinizdir.

· Eğer size evlilikten söz eden yalnızca anne ve babanızsa durum sizin için son derece mutsuzdur.

· Sakın para için evlenmeyin. Çok daha uygun koşullarda borç bulabilirsiniz.

· Eğer evlilik eğlenceli bir şey olsaydı, nikahı belediye memuru kıymazdı.

· Evli bir çiftin aynı konuda "evet" dediği son yer nikah masasıdır.

· Evlilik güzel bir ilişkiyi bitirmenin en kısa yoludur.

· "Aşk ve Evlilik, tıpkı at ve araba gibi birlikte yürür." En son ne zaman at arabası gördünüz?

· Aşkın gözü kör olabilir ama evlilik insanın gözünü açıverir.

· Eşlerden ilk uyuyan her zaman en yüksek sesle horlayandır. Suçlu her zaman eşinizdir.

· Eğer erkekler kur yaptıkları dönemdeki davranışlarını evlilikte de sürdürürlerse boşanmalar azalır, iflaslar artar.

· Ne zaman ve nerede evlendiğinizi anımsarsınız ama niçin evlendiğinizi anımsayamazsınız.

· Erkek, eğer karısında artık bir hata bulmuyorsa, boşanmış demektir.

· Her başarılı erkeğin arkasında edepsiz bir kaynana vardır. Her başarılı kadının arkasında aşağılık kompleksiyle kıvranan bir erkek vardır.

· Televizyonda 27863 bölümlük Brezilya dizilerini izledikçe "evliliğinizin iyi gittiği" inancınız artar.

· İyi bir kavga en başarılı doğum kontrol yöntemidir. Anlık barışlarda bunun tersi olur.

· Eğer birisi eşinizi elinizden alırsa, ona yapacağınız en büyük kötülük, birlikte yaşamalarına izin vermenizdir.

· Masallarda çiftler aşık olurlar, evlenirler ve yaşamlarının sonuna kadar mutlu yaşarlar. Bunlara masal denmesinin nedeni de budur zaten

Antichrist ( Deccal )

Antichrist

Antichrist ( Deccal ) Lars Von Trier'in uzun zaman önce bir korku projesi olarak duyurduğu film büyük beklentilere sahipti. Filmi dün izleme şansı buldum, izlediğim en sıra dışı, en garip, yönetmenin dini motifleri şahsi düşüncesine göre işlediği bir filmdi. Lars Von'un hakikaten Deccal kelimesinin anlamını ve bu şahsın ...kim olduğunu gerçekten biliyormu merakına düştüm yoksa Hristiyan aleminde böylemi biliniyor.


Willem Dafoe with Charlotte Gainsbourg in Antichrist.

Öncelikle film kesinlikle aile ortamında izlenmez ki Türkiye'de sinemada gösterime gireceğini sanmıyorum tamamen tek kişi izlemeniz gerekli. Baştan sona kadar cinsel uzuvların açıkta olduğu bir film neredeyse, Lars Von Trier son zamanlardaki depresayondayım söylemlerinde gerçekten haklı çıkmış, depresyondaki yönetmen ancak bu kadar sıradışı ve cesaretli film yapabilirdi. Film aslında ne şeytan , ne korku filmi aslında Yönetmenin egosunu tatmin etmesi için bir manifesto filmi , çoğu eleştirmen filmin görüntü yönetmenliğini beğensede ben beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Willem Defoe'den ayrıca söz etmek gerekir bu filmde.
Ben kişisel olarak filmde kullanılan görüntü dilinin rahatsız edici, şok edici, pornografik, sadist veya tu kaka olduğunu kabul etmiyorum, tam aksine her filmde görmeye alışkın olmadığımız objelerin kullanımı filmde sembolize edilen "doğa" kavramının olmazsa olmazıdır ve bana göre bu görüntü dili kendi içinde gayet tutarlıdır. filmin açılış sahnesinde dini oratoryalarıyla ünlü Hendel'in "lascia ch'io pianga" aryasının kullanılmasını ironi olarak değerlendirmek büyük saflık olur, Trier daha ilk sahnede bir türlü kafasının içinde çözümleyemediği tanrı kompleksini gözümüze sokma derdindedir zira..Ana konusunun yanında yönetmen, kadınlara ve hristiyanlığa göndermeler yapıyor bundan dolayı filmi anlamayabilme ihtimaliniz yüksek izleyen filmi yarıda kapatacaktır emin olun. Filmden hala birşeyler anlayabilmiş değilim anlamaya çalışıyorum , işte filmide güzel yapan bu oluyor.

Yönetmenin dogma 95 kurallarından bahsetmek istiyorum1) Çekimler stüdyoda yapılmamalıdır. Dekor ve set kullanılmamalıdır.
2) Ses, kesinlikle görüntülerden ayrı olarak üretilmemeli ya da tersi olmamalıdır.
3) Kamera el kamerası olmalıdır.
4) Film renkli olmalıdır. Özel ışıklandırma kullanılamaz.
5) Optik numaralar ve filtreler yasaktır.
6) Film yüzeysel aksiyon sahneleri içermemelidir.
7) Zamansal ve coğrafi yabancılaştırmalar yasaktır.
8) Tür filmleri kabul edilemez.
9) Film formatı 35mm olmalıdır.
10) Yönetmenin adı jenerikte belirtilmemelidir.




Filmde dogma 95 kurallarının tümü uygulanmakta.film çok özel bir yapıt sinema dünyası adına .tabii ki çok sevilmeyecek çünkü tam anlamıyla sanata soyunulmuş. Anlatım kapalı ama mesaj açık, eğer sinema bir sanat eseri ise ki öyledir bu film tamamiyle sanata hizmet veren bir üründür, sembolleri, çekim tarzı, oyunculuklar , Lars Von Trier bir sanatçı ve Antichrist son zamanlarda size izlediğiniz filmlerin yanında bambaşka bir etki bırakan sanat eseri ya iğrenmiş ve bu nedir ya bu mudur yani diyerek filmi ortasında bırakmak yada meraklı bakışlar içerisinde Antichrist'in sanatsal kurgusu içerisinde yönetmenin depresif ruh halininde etkisiyle filmin acımasız yüzüyle karşılaşmak size kalmış.

Yönetmenin dogma kuralları hiç bir şekilde izleyiciyi ilgilendirmez her nasılsa herkesin bir konuda taviz vermeyeceği bir prensibi varsa Von Trier kurallarından taviz vermeyerek belkide modern Adem ve Havva teması işliyor, evet evet Adem ile Havva.

Share


Yönetmen Emir (Nemenja) Kusturica'nın, Antalya Büyükşehir Belediyesinin desteğiyle Antalya Kültür Sanat Vakfınca 9-14 Ekimde organize edilecek 47. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'ne davet edilmesine, Bosna-Hersek'te soykırımın yapıldığı Srebrenitsa'daki kadın dernekleri ile ülkedeki sinemacı ve yönetmenler tepki gösterdi.

Bosna-Hersek'te 1992-1995 yılları arasında 300 bine yakın insanın katledildiği, sistematik tecavüzlerin, soykırımların yapıldığı, tarihi eserlerin, kütüphanelerin, köprülerin, camilerin yıkılıp yakıldığı bir dönemde Kusturica'nın Çetnikleri destekleyen açıklamaları, aradan geçen yıllara rağmen Bosna-Hersek'te unutulmadı.

Savaş döneminde sistematik tecavüze uğrayan kadınlara yönelik, "Meseleyi lüzumundan fazla abartıyorsunuz", "500 yıl önce zaten hepimiz Sırptık, yeniden Sırp ve Hıristiyan olalım, mesele bitsin" şeklindeki açıklamaları Bosna-Hersek'teki basın tarafından savaş yıllarında sıkça eleştirilen Kusturica, Mayıs 2005'te Belgrad'da vaftiz edilerek Ortodoks oldu ve "Nemenja" adını aldı.

Belgrad'da yaşayan, "sanatçı ve sinemacı" kişiliğinden ziyade "siyasi" söylemleriyle ülkesinde bilinen Kusturica'nın Altın Portakal Film Festivaline davet edilmesine, Bosna-Hersek'teki çeşitli sivil toplum örgütleri, sinemacı ve yönetmenler tepki gösterdi.


Bu hafta yapılacak olan 47. Altın portakal film festivaline jüri olarak davet edilen ünlü sırp yönetmen Kusturica, şimdiden festivalde istenmeyen adam ilan edilmiş.

Haberi duyduktan sonra zaten takip etmediğim yerli festivaller gözümde daha çok batmış ve eminim bir çok sinema severin gözünde de batmak üzeredir. 47. si yapılan Türkiye'nin en çok ses getiren festivalinde politik olayların şahıslara
yüklenmesi ve ayrıca bunuda ünlü bir yönetmen olması daha rezalet bir konudur. Sinema sektöründe can çekişen ülkemizde bu tip organizasyonları daha çok yapmak gerekirken biz nasıl batırabiliriz çabası içersinde ilerliyoruz. Kusturica'nın geçmişte yaptığı Bosna katliamına dair sözlerinin geçmişte kaldığını herkes biliyor kalmasa bile Türkiye'deki festivale yönetmen kimliği ile davet edilen bu adamı neden aşağılayarak red ediyorsunuz. Festival'de filmleri gösterilecek bir çok yönetmende bu durumu protesto ederek organizasyona katılmayacağını bildirmiş , şimdi soruyorum siz kimsinizde Emir Kusturica'ya meydan okuyorsunuz. Semih Kaplanoğlu kendini dünya çapında yönetmen mi sanıyor ve organizasyona katılmayacağını söyleyerek naz yapıyor. Politik işleri işin içine sokarak daha çok sıkıntılı hale getiriliyor.

Şimdi siz söyleyin belkide Türkiye'de bir kaç iyi iş yapan adamlardan biri olarak Semih Kaplanoğlu'na fırsat olarak ayağına kadar Emir Kusturica gibi bir adam getiriliyor ve o kendisi politik sebeplerden dolay katılmayacağını söylüyor. Emir kim ve sen kimsin ? Siz kimsiniz ??? Bir kişiyi yargılamak için ilk önce o kişiden üstün olmanız gerekiyor. Politik olarak yanlış adımlar izlemiş olsada o kişi bir sinema dahisi saygı duymak zorundasınız. Semih Kaplanoğlu ve diğerleri çok iyi yolda devam ediyorlar.
Türk sinemasının içine ediyorlar helal olsun sizlere ve Türk Sineması'na çok prestijliyiz çünkü Emir Kusturica gibi birini red ettik o da çok istiyordu ya gelmeyi.

Bosna-Hersek'te çok sayıda filme imza atan, reklam filmleriyle de bilinen yönetmen Pyer Jalitsa, çok başarılı bulduğu Antalya Film Festivaline Kusturica yerine, bu bölgeden başka bir yönetmenin de seçilebileceğini belirtti.

"Ben bir festival organize etsem Kusturica'yı jüriye davet etmezdim, ama istediğini yapma özgürlüğüne sahip başka bir festivalin işlerine karışamam" diyen Jalitsa şöyle konuştu:

"Kanuni açıdan Kusturica'nın o festivalde olmaması için hiçbir neden yok, ama Türkiye'de ve bu bölgede yaşayan Boşnakların buna gösterdiği tepkiyi çok iyi anlıyorum. Tepkiler çok mantıklı. Onları hiçe saymamak gerekiyor. Eğer festivalinize tanınmış kişileri davet ediyorsanız diğer insanların da onlara tepki gösterebileceğine kendinizi hazırlamanız gerekiyor. Kusturica'nın çok iyi bir film yönetmeni olduğu büyük bir gerçek, ama tabii ki çok tartışma yaratan, siyasi anlamda yaptığı açıklamalara insanların tepki gösterebilmeleri de başka bir gerçek. Kusturica, sanatçı kişiliğinden ziyade, siyasi kimliğiyle ön planda bulunan biridir."

Bosna-Hersekli tiyatro ve sinema oyuncusu Ermin Siyamiya da Kusturica'nın 47. Uluslararası Antalya Film Festivaline davet edilmesine anlam veremediğini söyledi.

"Festivali düzenleyenlerin kararlarına karışamam, ama Türk halkı, Türkiye'de ve burada yaşayan Boşnaklar haklı olarak itiraz ediyor" diyen Siyamiya, Kusturica'nın yaptıklarının, söylediklerinin hafife alınmaması gerektiğini vurguladı.

Emir Siyamiya, şu görüşleri dile getirdi:

"Bir sanatçı için, 'İyi bir yönetmen, ressam, şarkıcıdır, ama iyi bir insan olamayabilir' deyip de bu iki şeyi birbirinden ayırmamalıyız. Ben bunu ayıramam. Bana göre Kusturica çok kötü bir insandır. Ülkesi, doğduğu ve ona her şeyi veren şehri için çok kötü şeyler yaptı. Kendi halkına karşı kötü davrandı, düşmanın, katliamı yapanların yanında durdu. Benim için o bitmiş bir hikayedir, hem insan hem de sanatçı olarak ölmüştür. Birinin sanatını ve insanlığını birbirinden ayırmak düşünülemez."

İlk uzun metrajlı filmiyle 2008 yılında Cannes Film Festivalinde ödül alan "Kar" filmi Amerikalı sinemacı Angelina Jolie'ye ilham kaynağı olan kadın yönetmen Aida Begiç de Kusturica'nın yerine siyasi kimliği ön planda olmayan birinin davet edilmesinin daha "şık" olacağını belirtti.

The English Interview with Bahadır Karasu



What is your specialty? Production, direction, something else?
Production and Direction...But Generally I do direct film that I wrote.

Is there a link to a site where we can see references to your work?
Yes Sure www.rotasinema.com/bahadirkarasu www.bahadirkarasu.blogspot.com

How did you begin in this field? Who introduced you to it?
I first became interested in film production and directing when I was 15 my highschool time. Actually nobody introduced me this. I totally interested in films and I watch 2 films per day. I like movies , art , musics , that things got me interested in directing and writing films.

Which have been the most symbolic works of your career?
"Me" is the best film I've ever made for now. Before this I shot really amateur films for develope myself and I know every film is the step of the ladder for becoming professional director. I am trying to do my best for every project.

Do you work for a client, for the audience, or for your own creative adventure?
Actually, I work for art. So it means I work for the audience.

What should a good script have in order to interest you?
Good Script, that's a good question. I love the movies with narrator. So for me Good Script must have creative and unvapid story even though it is vapid story , director must make the film beatiful with that bad script. Generally Good Scripts comes from real life. Writers generally put the short memories in his life to their script. Life is a experience so I think the good script written by the writers that has accumulation of the life experience.

Name three contemporary directors or producers that you admire.
Quentin Tarantino is the best idol of mine becasue I love his style and his life story until he had became famous director. David Fincher always make thoughtful and meaningful film so I really love his too. Alexandria Gonzalez Innaritu is the another idol for me because of his very good compostion and drama story films.

What movies or television shows inspired you to work in this field?
I am trying to watch the all movies in the world because I think every good director must do this. Fight Club, Lord Of The Rings, Leon , Titanic , Shawshank Redemption, Curious Case Of Benjamin Button is the best film that effected me.

Do you enjoy post-production, or do you prefer to leave that in the hands of other professionals?
Never. If I make a film I always I do its post-production. I like editing. I always interested in choice of music, cut scene, combine scene, even special effect so in my short film I do everything myself except special effects and musics.

Do you eat popcorn at the movies?
No :D

What works best for you when selecting an actor: an audition, seeing some of his/her previous work or having a long conversation with him/her?
Firstly seeing some of his previous work and then make your decision him or her is suitable for your film. And for sure I think every director have a long conversation with him or her about the project and script.

Do you change the dialogue after selecting the actors in order to adapt the characters to them?

Yes you must write dialog that suitable for the characters that you wanted to be. Because every actors has a different emotion and style you must select them according to the script or you must get the script suitable for actors.

Which do you like more, large budget or small independent productions?
They have different beauty because you cant consider them equal. I love both.

Is the future of cinema the Internet? Mobile phones?
The Internet is the probably future of the cinema.

Sinemayı Anlamak Ve Sanat Meselesi…

http://www.yaprakyapim.com/img/sinema.jpg

Bölüm 1

Bir sinema sever olarak bir film çekmeyi, oynamayı, bu filmi yayınlamayı, izletmeyi vs. ilk kez düşünen ve gerçekleştiren insanları hep merak etmişimdir.
Sonunda bilgisayarın başına geçtim ve bu konudaki merakımı gidermek için bir araştırma yaptım. Benim gibi bu konuya ilgi duyan arkadaşlarımın ilgisini çekeceğini ve bu konuda değişik bilgileri olan arkadaşların bilgilerinden faydalanabileceğimi düşündüm. Şimdi gelelim araştırmamın sonuçlarına… “The Great Train Robbery” yani “Büyük Tren Soygunu” isimli 1903 yapımı, on dört sahne içinde bir tren soygununu ardından kaçışı ve soyguncuların yakalanışını anlatan filmin Dünyadaki ilk film olduğu görüşü hakimdir. Şöyleki sinema tarihçileri bu filmi hem ilk “konulu film” hemde ilk “Western” olarak nitelendirmiştir.

Edwin S. Porter‘ ın Yönettiği ve 10 Dk süren bu filmin oyuncuları A.C. Abadie, Gilbert M. Anderson,George Barnes ve diğerleridir.Bu filmin video görüntülerine http://www.youtube.com/watch?v=Bc7wWOmEGGY linkinden ulaşabilirsiniz. Yönetmenliğini Auguste Lumière ve Louis Lumière kardeşlerin yaptığı “Arrival of a Train at La Ciotat” (bir trenin la ciotat garına gelişi) 1895 Fransız yapımı bir filmdir.Bu film ise bir trenin la ciotat isimli bir tren garına gelen trenden inen ve trene binen insanların yaklaşık 1 dakikalık görüntülerinden oluşmakta. Bu filmde trenin gelişi sırasında kamera açısı ilk kez bilinçli olarak kullanılmış olup kamera hafif sağ çapraza yerleştirilmiştir.

28 aralık 1985 günü paris’te grand cafe’de ilk defa izleyici karşısına çıkan “Arrival of a Train at La Ciotat” isimli filmin video görüntüleri: http://www.youtube.com/watch?v=1dgLEDdFddk

Yönetmenliğini Georges Méliès‘ ın yaptığı 1902 Fransız yapımı “Le voyage dans la lune ” (Ay’a Seyahat) isimli filmde ise Ay ve oradaki ilginç dünya anlatılmaktadır. Dünyanın iki makara uzunluğundaki ilk filmi olarak kabul edilen Ay’a Seyahat, aynı zamanda ilk kurgulu ve ilk Bilimkurgu filmi olarak kabul edilmektedir.
Bazı kaynaklarda yine “The Great Train Robbery” nin ilk Western olduğu söylenmekte ve bu filmin yönetmeni Edwin S. Porter’ ın Değişik çekim ölçekleri (uzak ve yakın çekim vb.) ve kamera araçlarını (kameranın sağa veya sola hareket ettirilmesi vb.) kullanan ilk yönetmen olduğu belirtilmektedir. Diğer taraftan ilk film gösteriminin yapıldığı mekanı “Arrival of a Train at La Ciotat” isimli filmin ilk kez gösterildiği mekan olan Paris’teki “Grand Cafe” olarak belirten kaynaklarda mevcuttur. İşte burada bir tartışma noktası oluşuyor. İlk film gösterimi denildiğine göre gösterilen film olan “Arrival of a Train at La Ciotat” Dünyadaki İlk Film olarak kabul edilmiş oluyor. Yönetmenliğini James Williamson’ ın yaptığı 1901 İngiltere yapımı, 5 dakikalık “Fire” (Yangın) isimli filminde Dünyadaki ilk Kurgulu Film olduğu söylensede, Edwin S. Porter’ın, hareketli ve gerilimli sahnelerde yakın ve kısa çekimleri kullanması, kamerayı hareket ettirmesi ve arka gösterim tekniğini uygulaması nedeniyle, The Great Train Robbery Dünyadaki ilk gerçekçi film olduğu görüşüne katılmakla beraber yine de o zamana ilişkin % 100 güvenebileceğimiz bir kaynak mevcut olmadığı için Dünyanın İlk Filmi şudur diye bir şey de söylemek çok doğru gelmedi bana. Hatta bu araştırmam sonunda “Dünyadaki İlk Film”in aslında bahsi geçen isimlerden başka kayıtlara geçmemiş veya geçirilmemiş olan bir film olabileceğini düşünmekteyim. Siz ne dersiniz?…

———————————————————————————————————-

http://www.pazarmetre.com/i/ui/300x300/102/102329.jpg

Neyse ki konumuz bu değil yukardaki metni internette bir sinemaseverden aldım hem sinemanın ilk günleri hakkında bilgi edinmiş olduk biraz. Sinemayı anlamak dedik, aslında sinema bir sanat olduğuna göre ilk önce insanın bir sanat anlayışına sahip olması gerekir ki bizim ülkemizde farklı bir sanat anlayışı işlemektedir. Bana göre her bir sinema filminin her karesi senaryo yazarının filmi yöneten yönetmenin ve sanat yönetmeninden kaptığı bazı şeyleri içinde gizler ve yansıtır, mesela karşılıklı konuşma sahnelerinde her kare bir şeyi aktarır bize oyuncunun hareketleri konuşması v.s binlerce kareden oluşan sinema filmlerinin her karesinde bir şeyler gizli olduğunu unutmamak gerek bence bu sadece sinema hakkındaki giriş fikrimdi….Flip Book’ları biliriz aslında birazda geçmişten günümüze sinemanın mantıklsal gelişiminin kökü burdan gelmektedir. Yani kamera tarihçelerine baktığımız zaman ilk sinema filmlerininin arka arkaya dizilmiş resimlerden oluştuğunu biliyoruz başka bir makaledede aslında bu kameraların gelişimini konu alıcam. Flip Book makalesinide sitemizde bulabilirsiniz ayrıca . Günümüzdeki en son teklonojik kameralarıda bu mantığın tek bir aygıtta toplanmış bir biçimi olarak düşünebiliriz bir fotoğraf makinası düşündüğümüzde hızlı fotoğraf çekiminde arka arkaya hızlı 10 fotoğraf çeker ki birinin hareketlerini çektiğimizde yine bir film elde ederiz değilmi işte günümüz kameraları bunu bize daha hızlı bir şekilde elde etmemizi sağlıyor farkı bir anlayışla.

the first camera The 10 Most Important Technologies of Modern World History
Dünyanın en eski kameralarından

2. Bölüm de tekrar görüşmek üzere

http://westdaletheatre.files.wordpress.com/2009/08/inglorious-basterds-1-477x699.jpg


Film ilk duyurulduğunda tüm Tarantino fanları ben dahil tabi ki büyük bir bekleyiş içine girdi. Herşey yazılıp çizildi yok şöyle olacak yok böyle olacak. 1972 de çekilen filmi bok edecek derken bazıları diğerleride tam Tarantino’nun stiline uygun bir film düşüncesi içersinde zaman öyle geçerken Casting seçimleri bomba gibi düşmüştü medyaya. Tarantino ilk defa Brad Pitt le çalışacağını duyururken filmin kadrosu çok kaliteliydi. Gelde şimdi bu filmi bekleme dedik. Zaman geldi çattı. Filmin ilk gösterimi Cannes film festivalinde yapılırken, eleştirmenlerce ağırca eleştirildi tek kazanan şey vardı o da Christopher Waltz idi. Cannes’da en iyi yönetmen ödülünü alan Waltz ilerdede deyineceğim Alman binbaşı rolünü öyle yapıyor ki filmde belkide filmi ilk başta izlenme sebebini o kılıyor. Filmin dibine girmeden başta bahsetmek gerekir ki Tarantino’nun son filmi nasıldı ? Kill Bill’den sağlam çıktımı ? Bence çoğunluğa göre Tarantino’nun en iyi filmi olarak gösterilsede Kill Bill daha farklı bir filmdi. Inglorious Basterds konu olarak Kill Bill’e bir bakıma benzesede Basterds’in biraz daha hareketli geçmesini bekliyordum ama bu bana gösterdi ki Tarantino artık fazla aksiyon işleri bırakıyor ve drama’ya geçiyor. Basterds’da biraz öyle değilmiydi hafif aksiyon ve içinde drama ögeleri içeren bir film sonuçta yahudi zulumu işleyen bir filmdi ancak Tarantino’nun bundan sonra daha melez filmler yapacağının habercisi oldu bu. Yine de Tarantino’nun kandan vazgeçmeyişi, şu westernlere daldığım günlerde bana eski dönemimi hatırlattı da, tebessüm ettim.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgh47VqwDNocgj0ZCH2e_M7z-bAAuKLbBiIufLW-Jlxs6eeuWjLUYcrx5SrNj4tFMYPuteLWIvYMmw6-NoWy4c9k2P7xCKnyETTmAISqCl7KxLlsSoTZdJpsD66o24efEbVFspUHERHWN01/s400/QT.jpg

Shosanna Dreyfus (Melanie Laurent), Fransa’nın Alman orduları tarafından işgalinin ilk yılında ailesinin Nazi albay Hans Landa (Christoph Waltz) tarafından katledilişine tanık olur. Katliamdan kılpayı kaçmayı başaran Shosanna, Paris’e yerleşir ve sinema salonu işletmecisi sıfatıyla yeni bir kimlik edinir.
Öte yandan Avrupa’nın başka bir yerinde Teğmen Aldo Raine (Brad Pitt), Naziler’e yönelik intikam eylemlerini organize etmek için Yahudi kökenli Amerikalı bir grup askeri bir araya getirmiştir. Daha sonra düşmanlar tarafından “soysuzlar” olarak bilinen ve Üçüncü Reich’ın liderlerini devirme misyonu yüklenen Raine’in grubuna gizli ajanlık da yapan Alman kadın sanatçı Bridget von Hammersmark da katılır. Shosanna’nın kendi intikam planını devreye sokmasıyla birlikte hepsinin kaderleri aynı noktada kesişecektir.
Quentin Tarantino’nun kurgu ile propagandayı eşit düzeyde bir araya getiren çalışması “Inglorious Basterds”, 2. Dünya Savaşı’nın yüzkızartıcı, iğrenç ama bir o kadar da gerçek ve olağanüstü öykülerini harmanlayan bir çalışma…

http://mimg.ugo.com/200812/8141/inglorious-bastards-pic-2.jpg

Prodüksiyon Notları
Bölüm 1: Senaryo Yazımı
“Inglorious Basterds”in uzun gelişin sürecini anlatmanın en iyi yolu, yazar – yönetmen Quentin Tarantino ile arkadaşları ve meslektaşları arasında paylaşılan anektodlardan bahsetmektir. Öykünün bölümleri ve senaryodaki unsurların çoğu, Tarantino ile arkadaşları arasındaki sohbetler esnasında ortaya çıktı. “Görevdeki askerler”in casusluk faaliyetlerini anlatan filmin ismi dahi o günlerde şekillendi ve Enzo Castelleri’nin 1978 yapımı filminden alındı.
Filmde küçük bir rolde konuk oyuncu olarak kamera karşısına geçen Castelleri, “Aslında o tamamen farklı bir filmdir; bu ise Quentin’in kendi yapıtıdır. Dolayısıyla yeniden yapımı değildir. Sadece isminden esinlendiler,” diyor.
Yapımcı Lawrence Bender ise, Tarantino’nun sesinden “Ingloruios Basterds”in bölümlerini dinlediği ilk günü şu sözlerle anımsıyor: “Bundan on yıl önce ofisime gelmişti. Bölümleri okuyunca çok beğendim. ‘Bunu mutlaka film yapmalıyız’ diye düşündüm.”
Ancak Bender’in oldukça uzun süre beklemesi gerekti. Sonraki 10 yılda senaryonun birçok farklı versiyonları yazıldı. Yıllar geçtikçe filmin ismi aynı kaldı ama öykünün anahatlarında değişiklikler oldu. Bu arada Tarantino da projeyi bir TV mini dizisi şeklinde sunmak veya kitap haline getirmek gibi düşünceler arasında gitti geldi.
Filmde Donny Donowitz adlı “basterd”in portresini çizen Eli Roth ise o günleri şu sözlerle anımsıyor: “Inglorious Basterds’ ile ilk tanışmam 2004 Aralık ayında Quentin’in Hitler monologunu okuyup yorumladığı gün gerçekleşti. Şimdilerde ‘Quentin Tarantino Tiyatrosu’ olarak adlandırdığım olaya ilk defa o gün tanık oldum. Tarantino senaryoyu okurken her karakteri tek tek yorumlayarak oynuyordu.”
Roth sözlerine şöyle devam ediyor: “Okuduğu herşeyden çok etkilendiğimi kendisine de söyledim. Sonraki yıllarda beni sık sık arayıp, ‘Hey, Inglorious Basterds’ için yepyeni bir sahne hazırladım’ dedi ama bu projeyi bir kenara bırakıp ‘Death Proof – Ölüm Geçirmez’i çekti. Bundan birkaç yıl önce yeniden arayıp, ‘Artık ‘Inglorious Basterds’i gerçekten yapmak istiyorum’ dedi.
2008 baharına gelindiğinde bu kez Bender’ı arayan Tarantino, “Inglorious Basterds”a yeniden odaklandığını ona da anlattı. “Çok heyecanlandım, çünkü bunu söylerken mutlu görünüyordu ama bitirmeye bu kadar yakın olduğunu o anda fark edemedim” diyor Bender…
Takvimler 2 Temmuz 2008’i gösterdiğinde Tarantino sözünü gerçekten tutmuş ve “Inglorious Basterds”in final taslağını tamamlamıştı.
Tarantino ile ilk filmi “Jackie Brown”dan bu yana sürekli çalışma ayrıcalığını elde eden Yapımcı Pilan Savone ise, senaryo taslağını eline aldığı ilk dakikaları şöyle hatırlıyor:
“Biz ona ‘yayın günü’ diyoruz. Senaryo taslağını bitirdiği gün getirip masama koydu. Biz de şirkette kopyalarını çıkarttık. Arkadaşlarını tek tek arayarak, ‘Sonunda bitirdim, gelip alın’ diye haber uçurmaya başladı. Elinde çok uzun bir liste vardı. İnsanlar koşa koşa geliyor ve kopyaları alıyordu. Listenin sonuna geldiğimizde o kadar yorulmuştuk ki, şirkette çalışan kızlara baktım ve ‘Şaraba ihtiyacımız var galiba…’ dedim.”
Yapımcı Bender da şunları ekliyor: “3 Temmuz günü Tarantino’dan çağrı aldım ve Pilar bana senaryo taslağını gönderdi. O gün bütün randevularımı iptal ettim. Evime çekilerek senaryo taslağını bir kere daha okudum. Tarantino’ya telefon açtım ve ‘Yeniden okumalıyım’ dedim. Sonra oturup bir kere daha baştan okudum. Ne kadar büyük heyecana kapıldığımı anlatamam.”
Quentin Tarantino yazdığı senaryoyu şu sözlerle yorumluyor: “Filmdeki her bölümün kendine özgü bir görünümü vardır; farklı duygular verir. Filmin genel tonu ise hepsinden farklıdır. Açılış sahnelerinde 2. Dünya Savaşı ikonografisini barındıran spaghetti western tadı vardır.”
Senaryo taslağını erken okuyanlar arasında “Reservoir Dogs”tan beri Tarantino’yla çalışan özel makyaj efektleri sanatçısı Greg Nicotero da yer alıyordu. Nicotero’nun kafasında filmin nasıl olacağına dair bazı düşünceleri vardı. 164 sayfalık senaryo taslağını okuyunca arada büyük farklar olduğunu gördü. Bunların neler olduğunu şöyle anlatıyor:
“Büyük savaş ve katliam sahneleri olacağını; cesetlerin sağa sola savrulacağını düşünmüştüm. Benim için büyük sürpriz oldu. Okurken senaryonun ne yöne gideceğini dahi kestiremedim. Ayrıntı zenginliği karşısında büyülendim. Olağanüstü derecede otantik bir yapısı vardı.”
Tarantino’nun yazdığı senaryo, alternatif bir gerçeklikte kesintisiz şekilde akan gerçek ve kurgu karakterleriyle okurları şaşırttı. Nicotero’nun bu konudaki yorumu şöyle:
“Tarantino’nun senaryosundaki ilk cümle, ‘Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar Nazi işgali altındaki bir Fransa varmış…’ şeklindedir. Bu bir masal girişidir. Quentin Tarantino stilinde anlatılmış bir peri masalı… Daha ilk sahnesinden itibaren izleyiciyi çok farklı ve özgün bir yola çıkarır.”
Heyecandan yerinde duramayan Lawrence Bender, 6 Temmuz 2008 Pazar günü Tarantino ile buluştu. Yaptıkları toplantıda projeyi ve kendilerini bekleyen zorlukları konuştular.
Bender o günü şu sözlerle hatırlıyor: “Senaryo taslağı üzerinde detaylıca konuştuk. Sonra nerede çekeceğimizi konuşmaya başladık. Dünyanın çeşitli yerlerindeki farklı mekanlardan konuştuk. Tüm bunların sonunda Almanya, özellikle de Berlin üzerinde odaklandık.”
Bender sözlerine şöyle devam ediyor: “Tarantino o gün bana filmi 2009 Cannes Film Festivali’ne yetiştirmek istediğini söyledi. Bu imkansızı istemekle eşdeğerdi. Prodüksiyon öncesi çalışmalara hemen yarın başlasak, çekimlerin startını ancak 14 hafta sonra verebilirdik. Büyük ihtimalle finansman konusunu çözmeden önce Almanya’da olacaktık. Bu da, oyuncu seçme, ekip kurma, mekan bulma gibi çalışmaların hepsini finans bile bulmadan yapacağımız anlamına geliyordu.”
Prodüksiyon amiri Lloyd Phillips de şunları anlatıyor: “İlk 2 – 4 haftalık süre çılgınca bir tempoda geçti. Herşey çok hızlı gelişiyordu. Ekip kurma, hesap kitap gibi işlerde adeta zamana karşı yarışıyordum. Filme belirli bir tarihte başlayacağımızı biliyorduk. Bu yüzden herkese aynı anda odaklanmamız gerekliydi. Harika bir ekip kuramadığımız takdirde o tarihe yetiştiremezdik.”
Tarantino ve yapımcılar, senaryo taslağını Brad Pitt’e göndererek kadroyu kurma çalışmasının startını verdiler.
Tarantino’nun Almanya’ya vardığı sıralarda prodüksiyon tasarımcısı David Wasco da yoğun mekan araştırması yapmakla meşguldü. Elinde Tarantino’ya göstereceği bir oda dolusu fotoğraf vardı.
Prodüksiyon öncesi süreci çılgınca bir tempoda başladı. “Yayın günü”nün üzerinden 14 hafta geçtiğinde kameralar “Inglorious Basterds” için dönmeye hazırdı.

http://thecia.com.au/reviews/i/images/inglorious-basterds-4.jpg

Bölüm 2 – Oyuncu Tercihleri
“Inglorious Basterds”in oyuncu seçme süreci, Paris, Berlin ve Los Angeles’taki casting yönetmenlerinin olağanüstü becerisi ve sabrını gerektirdi. Prodüksiyonun en önemli özelliği, senaryoda bahsedilen her karakteri oynayacak oyuncunun ilgili ülkeden seçilmesiydi. Böylece kelimenin tam anlamıyla uluslararası bir oyuncu kadrosu kurulurken Tarantino’nun çok istediği gerçek uluslararası sinema konusunda yepyeni bir adım atıldı.
Filmin kadrosuna katılan ilk aktör, Teğmen Aldo Raine rolündeki Brad Pitt oldu. Ünlü aktörle tanışmak için Fransa’ya giden Tarantino, “O harika bir aktör. Uzun zamandan beri beraber çalışmak istiyorduk. Tam doğru oyuncuydu. Bu rol için başkasını hiç düşünmedim” diyor.
Almanya’da doğan, Fransa’da yaşayan Diane Kruger, filmin çok uluslu kadrosunun dünya sineması için önemli bir değişim olduğunun altını çizerek şu yorumu yapıyor: “Bir Avrupalı olarak bu yaklaşımı takdirle karşılıyorum. Tarantino’nun bunu yapması çok önemlidir. Her karakterin farklı uluslardan seçilmesinin filme otantizm kattığını düşünüyorum. Farklı dillerin farklı melodileri vardır. Farklı dilde konuşan insanların birbirini anlamaması bence çok eğlenceli…”
Diane Kruger’in oynadığı Bridget Von Hammersmark karakteri aslında doldurulacak en son roller arasındaydı. Ancak Tarantino bu rol için Diane Kruger ile hemen anlaşma yaptı. Prodüksiyon amiri Erica Steinberg’in bu konudaki yorumu şöyle: “Diane, Quentin’in mizah anlayışını hemen algıladı. Senaryoyu okuduğunda her yönüyle kavradı. Sonuçta öğrenmesi gereken bir rol değildi. Diyalogları tamamen anladığı için Quentin hiç düşünmeden rolü verdi.”
Diane Kruger, filmin sıradışı “kurgusal tarihi” içerisinde portresini çizdiği karakterin konumunu şu sözlerle değerlendiriyor: “Bridget Von Hammersmark mükemmel bir karakterdir. 40’lı yıllarda Alman film yıldızıdır. Marlene Dietrich ve Hildegard Knef çizgisinde oyun stili vardır. Bence onu çok özel kılan yanı, savaş sırasında ülkesinde kalmaya karar vermesidir. Bu yüzden Almanlar tarafından çok sevilir. Nazi rejimiyle arası iyidir ama aslında İngilizler adına çalışan bir casustur.”
“Inglorious Basterds”in kadrosunu katılan ilk aktörlerden birisi de Daniel Brühl oldu. Filmde savaş kahramanlığından gelme film starı Fredrick Zoller rolünü üstlenen Daniel Brühl, bu karakteri şu sözlerle tanımlıyor: “Çok sevimli ve yakışıklı bir erkektir. Sinema sevgisiyle dopdoludur. Shosanna’yı elde etmek için sıkı mücadele vermesi gerekir. Bu durum film boyunca sürer gider. Kendisine kötü davranan ve ne olursa olsun saygı duymayan bu kızı elde edemez.”

http://1416andcounting.files.wordpress.com/2009/05/eli-roth-inglorious-basterds.jpg

Fredrick Zoller rolünü aldıktan sonra Paris’e giden Daniel Brühl, orada Shosanna rolüne aday olan bir grup Fransız kadın oyuncunun yer aldığı okumalara katıldı. Bu okumalar sonucunda Brühl’ün karşısında oynayacak en uygun oyuncunun Melanie Laurent olduğu ortaya çıktı. 2008 yılında Cannes Film Festivali’nde En İyi Kısa Film dalında Altın Palmiye ödülü kazanan oyuncu ve yönetmen Melanie Laurent, ayrıca Gelecek Vaadeden Kadın Oyuncu kategorisinde de 2007 Cesar ödülünün sahibi olmuştu.
Tarantino’nun Shosanna karakteriyle ilgili yorumu şöyle: “Shosanna daima ana karakter oldu. Filmin konseptinde en büyük değişikliği bu karakter üzerinde yaptığımı kabul ediyorum. Senaryo taslağının orijinal versiyonunda Shosanna karakteri bir tür film karakteri gibiydi. Saldırgan ve kavgacı bir yapısı vardı. Ama bunu daha önce ‘Kill Bill’deki Gelin ile zaten yapmıştım. Bu yüzden Shosanna’yı bu koşullar altında daha gerçek bir kız yaptım.”
İlk aşamada istediği aktörleri kolay bulan Tarantino, sıra Albay Hans Landa rolünü oynayacak aktöre geldiğinde oldukça endişeliydi. Onu rahatlatan aktör Christoph Waltz oldu. Gerisini yapımcı Lawrence Bender’dan dinleyelim: “Christoph Waltz’ın provası başladığında Quentin ile birbirimize baktık. Aradığımız oyuncuyu bulduğumuzu onun gözlerinde gördüm. Baştan çok endişeliydi ama en kolay bulduğumuz oyunculardan birisi oldu.”
“Basterds”ların geri kalanı hızla bulundu. Hugo Stiglitz rolünde oynayan Til Schweiger, uzun yıllardan beri Tarantino’nun yakın arkadaşıydı. Hatta Tarantino’nun ilk prodüksiyon şirketi Mr. Brown Entertainment’ın ismini bile Tarantino’nun “Reservoir Dogs”da oynadığı karakterden yola çıkarak o koymuştu.
Filmin önemli karakterlerinden Donowitz rolü için Tarantino’nun aklında hep Eli Roth vardı. Hatta senaryosunu kaleme almadan öncesinde bile onu düşünmüş; Roth’un kendisine de söylemişti. Deneyimli aktör bu rolü nasıl aldığını şu sözlerle anlatıyor:
“Senaryonun final versiyonunu okuyunca çok beğendim. Quentin bir ara bana, ‘Donowitz rolü için aklımda sen varsın demişti. ‘Death Proof’ta verdiği rol gibi küçük ve önemsiz olacağını sanıyordum. Sonra senaryoyu okuyunca ana karakterlerden birisi olduğunu gördüm. Filmin bütününü sürükleyen karakterlerden birisiydi.”
Filmde Wilhelm Wicki rolünde oynayan Alman aktör Gedeon Burkhard da, “Inglorious Basterds” fırsatı için yıllarca bekleyenlerden birisiydi. Tam sekiz yıl beklediğini ifade eden Burkhard, bu rolü hangi koşullarda aldığını şu sözlerle açıklıyor:
“Tarantino ile dokuz yıl önce Viyana’da tanıştık. Onu yeniden Los Angeles’ta gördüm. İkinci Dünya Savaşı’yla ilgili bir senaryo yazmakta olduğunu, filmde iki dil konuşan ve çeviri yapabilen Wilhelm Wicki rolü için beni düşündüğünü söyledi. Sonra bir daha haber alamadım. Geçen sene Almanya’ya geldiğini ve oyuncu seçmekte olduğunu duydum. Acaba seçmelere çağrılır mıyım düşüncesiyle gergin bir bekleyişe girdim. Sonunda seçmelere girmeyi başardım. Rolü aldığım günden beri de yüzümde kocaman bir gülümsemeyle dolaşıyorum.”
“Inglorious Basterds”taki diğer karakterleri oynayan aktörler şöyle sıralanıyor:
Fransız Perrier Lapadite rolünde Denis Menochet;
Shosanna ile belirli bir hedefi paylaşan sırdaş dostu Marcel rolünde Jacky Ido;
Aslında İngiliz komandosu olan İngiliz sinema uzmanı ve film eleştirmeni Archie Hicox rolünde İrlandalı aktör Michael Fassbender;
Goebbels rolünde, daha önce Dani Levy’nin “Mein Führer” adlı filminde de aynı rolü oynamış olan Sylvester Groth;
Albay Hans Landa gibi olmak isteyen Binbaşı Hellstrom rolünde Alman aktör August Diehl;
Francesca Modina rolünde Julie Dreyfus.

Bölüm 3 – Kamera Arkası Hazırlıkları

Oyuncu seçme sürecinin tamamlanmasından sonra filmin tüm oyuncu kadrosunu okuma yapmak üzere büyük bir masanın çevresine toplayan Tarantino, bugüne kadar çekilmiş 2. Dünya Savaşı filmleriyle ilgili önemli bir açıklama yaptı. Bunların iki ana kategoriye ayrıldığını; birinci grupta “savaş bir trajedidir” filmlerinin, ikinci grupta da “harekete geçerek ülkesi için savaşan asker” filmlerinin yer aldığını anlattı. Kendi yapacağı filmin ikinci gruba girdiğini söyledi.
“Inglorious Basterds”in hazırlık süresi çok kısaydı. Bu nedenle kostüm tasarımcısı Anna Sheppard, prodüksiyon tasarımcısı David Wasco ve özel makyaj efektleri sanatçısı Greg Nicotero’nun hemen çalışmaya başlamaları, herşeyi hızlı tempoda yaratmaları gerekiyordu.
Kostüm tasarımcısı Anna Sheppard, hazırladığı yaratıcı kostümler aracılığıyla filmin alternatif dünyasına ilave bir boyut getirdi. Daha önce de 2. Dünya Savaşı temalı projelerde çalışmıştı. Bunlar arasında HBO yapımı “Band of Brothers”, Polanski imzalı “The Pianist” ve Spielberg’ın “Schindler’s List” adlı filmleri vardı. Bu nedenle yeni bir 2. Dünya Savaşı projesini almaya çok istekli değildi. Ancak “Inglorious Basterds”ın o döneme tamamen beklenmedik açıdan bakan bir film olduğunu anlayınca önüne çıkabilecek fırsatları fark etti.
Sheppard bu konudaki düşüncesini şu sözlerle dile getiriyor: “Bu filmde çalıştığım takdirde bana büyük miktarda özgürlük verileceğini hissettim. Bu da bana yeni şeyler deneme, yeni yaklaşımlar getirme cesareti verdi. O dönemi daha önce hiç olmadığı şekilde anlatan bir filmde çalışmak hoşuma gitti. Belki diğer filmleri de yapmak bana güven vermişti ama bu filmdeki kostüm çalışmamın hakkının verildiğini görmek gerçekten keyifliydi.”
Anna Sheppard’ın hazırladığı kostümler, filmin başrol oyuncularından Diane Kruger’ı da heyecanlandırdı. Özellikle “La Louisiane” sahnesinde giydiği kostümün oynadığı karaktere uyum sağladığını ifade eden Diane Kruger, “Oynadığım karakter göze çarpmak ve dikkat çekmek istemeyen bir kadındır. Ancak aynı zamanda bir film starıdır. Bu nedenle tüylü fötr şapka giyer ve bu şapka onun kıyafetine mükemmel uyum sağlar. Bu kadar güzel bir kıyafetle bile fark edilmeden kalabilme düşüncesi bence çok eğlenceliydi.”
Aradığı esin kaynaklarının çoğunu Julie Dreyfus ile yaptığı toplantıda bulduğunu söyleyen Anna Sheppard’ın bu konudaki yorumu şöyle: “Julie üzerindeki kıyafeti nasıl taşıyacağını bilen çok güzel bir oyuncu… Daima hayvan kürkünden yapılmış mantolar giyer. Timsah derisi çanta ve leopar derisi şapka tercih eder. Bu da Francesca Mondino karakterinin zalim yönünü simgeler.”
Rolünü yaparken Francesca Mondino’nun Goebbels ile ilişkisini giysiler aracılığıyla yorumladığını söyleyen Julie Dreyfus ise, “Francesca’nın harika giydirilmiş bir karakter olduğunu düşünüyorum. Birbirinden güzel giysiler, kürkler, mücevherlerle dolaşır. Daha önce bu kadar gözalıcı kıyafetler hiç giymemiştim. Anna tıpkı Hollywood’un eski altın günlerindeki gibi kıyafetler yarattı” diyor.
Makyaj sanatçısı Greg Nicotero’yu bekleyen en büyük zorluk, Winston Churchill, Adolph Hitler ve Joseph Goebbels için yapılacak makyaj tasarımlarıydı. Tarantino ile yaptığı ilk toplantılardan itibaren bu karakter için ne gibi zenginleştirmeler yapılabileceğini tartıştı.

http://filmz.ru/films_files/photos/big/b_22436.jpg

Nicotero’nun bu konudaki yorumu şöyle: “Adolph Hitler rolünde oynayan Martin Wutke, daha önce Hitler’i sadece sahnede canlandırdığı için protez sürecinden hiç geçmemişti. Makyaj testi sırasında silikon yanaklar, çene, burun, peruk ve kontakt lens uygulaması yaptık. Tüm bunların sonucunda Wutke’un geçirdiği dönüşümü seyretmek çok keyifli oldu.”
Prodüksiyon tasarımcısı David Wasco ise, Temmuz ayında Bender ve Tarantino ile yaptığı toplantının hemen ardından Berlin’e yolculuk yaparak mekan taramasına başladı. Ünlü tasarımcı, bu kentle ilgili yorumunu şu sözlerle dile getiriyor:
“Berlin aslında film yapmak için çok meşgul bir kenttir. Ancak oraya kafamda bazı şeyleri bitirmiş olarak gittim. Tamamen Almanlar’dan oluşan bir sanat departmanıyla çalıştım. Hepsi Berlinli’ydi. Bu ölçekte bir filmin tamamen yerel ekipler kullanılarak ilk kez yapıldığına inanıyorum.”
Wasco sözlerine şöyle devam ediyor: “Tarantino ile bir dönem filmi daha yapma şansını iyi değerlendirdim. Belli belirsiz dönem filmi olarak adlandırabileceğimiz önceki projelerinde birşeyler denemeye çalışmıştık. Örneğin ‘Reservoir Dogs’ta 70’li yılları canlandırırken, aynısını ‘Pulp Fiction’da da yaptık. Bu defa karşımızda 1930’ların sonu ile 1940’ların başı vardı. Herşeyin tam olarak o döneme uygun olması gerekiyordu.”

Bölüm 4 – Mekan Seçimleri

10 yıllık senaryo yazım ve 14 haftalık ön hazırlık sürecinin ardından “Inglorious Basterds”in çekimlerine 9 Ekim 2008 tarihinde Almanya’da Bad Schandau adlı küçük bir kasabada başlandı. Burası Çek Cumhuriyeti sınırına yakın küçük bir kasabaydı.
Filmin çekimleri tamamen sekans sırasına göre yapıldı. Öncelikle Lapadite Çiftliğinde Perrier Lapadite ile Hans Landa arasında geçen sahneyle başlandı. Bu mekanın seçilmesinin ana sebebi, düzlükler üzerinde küçük tepeler olan görkemli manzarasıydı. Bu açıdan Amerikan Vahşi Batısı’nın topoğrafik yapısının karakteristik özelliğini yansıtıyordu.
Lapadite Çiftliği, sinema salonu ve “La Louisiane”nin iç mekanlarıyla ilgili çekimlerin tamamı, Berlin’de kurulu olan Babelsberg Stüdyolarında gerçekleştirildi. Kısaca UFA olarak bilinen Universum Film AG’ye ev sahipliği yapan 97 yıllık stüdyo tesislerinde bugüne kadar Almanya’nın en ünlü filmleri hayata geçirildi. Uzun süre işlevsiz kalan stüdyolarda 1990’ların ortasından itibaren yenileme çalışması başlatıldı ve adeta yeniden doğdu. Baştanbaşa yenilenerek dekore edilmesinin ardından Avrupa’da yapılan filmlerin odak noktası haline geldi. 2000 yılında 3 Oscar ödülü kazanan “The Pianist”in çekimleri Babelsberg Stüdyolarında yapıldı. Burada hayata geçirilen önemli prodüksiyonlar arasında “The Constant Gardener”, “The Bourne Supremacy”, “The Counterfeiters” ve “The Reader” gibi yapımlar yer aldı.
Lapadite Çiftliğindeki çalışmayı bitiren prodüksiyon ekipleri daha sonra Berlin’e geri döndüler. Filmin oyuncularından Omar Doom, bu kentle ilgili gözlemlerini şu sözlerle aktarıyor:
“Berlin’e ilk gittiğimde savaş döneminden kalan bölgeleri tek tek gezdim. Hepsi yerli yerindeydi. Hatta bina duvarlarında mermi delikleri bile duruyordu. Savaştan geri kalanları her yerde görebiliyorsunuz. Mekan olarak kullanılan yerlerden bazıları, bizzat Hitler’in yaptırdığı gerçek Nazi siperleri ve koruganları arasından seçildi.”
“The Basterds” timini ormanlık alanda hareket halinde gördüğümüz sahnenin çekimleri, 1888 yılında inşa edilen ve hiç kullanılmayan Hahneberg Tabyası’na bağlı alanda gerçekleştirildi. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından kapatılan bu bölge 1990 yılında yeniden açılmıştı. Aşırı gelişmiş ağaçlık alanlarıyla Basterds’ın düşmanla karşılaştığı sahneler için mükemmel bir mekan oluşturduğu için çekimler orada yapıldı.
Laurent, Brühl ve diğer ekipler, daha sonra Paris’e yolculuk yaparak bir Fransız Bistrosunda geçen küçük sahnenin çekimini gerçekleştirdiler. Bu kentte çekime uygun bir bistro aranırken referans olarak Claude Chabrol’un “The Blood of Others” adını taşıyan ünlü filmi alındı. Yapılan arama sonucunda Chabrol’un o filmi çektiği mekan bulundu. Böylece filmin Claude Chabrol’un ünlü çalışmasına ithaf olması sağlandı.
Daniel Brühl’ün Paris sahnesiyle ilgili izlenimleri şöyle: “Filmin Paris’te geçen tek sahnesinde yer aldığım için mutlu olduğumu söylemeliyim. Ayrıca bistronun gerçek olması, film seti olmaması hoşuma gitti. Bence Paris dünyanın en güzel şehirlerinden birisidir. Atmosfer de harikaydı. Noel öncesinde çektiğimiz için herkes birkaç günlüğüne de olsa çok mutluydu. Fransız mutfağının da muhteşem olduğunu söylemeliyim.”
Bölüm 5 – Filmin Çekimleri
“Inglorious Basterds”in çekimleri, geçtiğimiz yıllarda “Metropolis” ve “The Blue Angel” gibi sinema tarihine damgasını vurmuş ünlü filmlerin çekildiği stüdyoda gerçekleştirildi. Yapımcı Bender bu konudaki düşüncesini şu sözlerle dile getiriyor:
“Hepsi tarihin bir parçası olan olağanüstü ortamlarda çekim yaptık. Hitler dönemine ait filmlerin hemen hepsi orada çekilmişti. Bu nedenle çok tuhaf ve ilginç bir enerjisi vardı. Goebbels’in kendi filmlerini çektiği yerlerde çalışma yapmanın mutluluğunu yaşadım.”
Filmin konu akışında “misyon adamları”nın yolu, faşistlerin Üçüncü Reich’i devirmek amacıyla düzenlenen uluslararası casusluk komplosunun odak merkezine düşer. Bu faaliyetler son derece yoğun geçen “La Louisiane” sahnesinde yer alır. Filmin aktörleri 2,5 haftalık prova süresinin ardından bu dar mekanda 3 haftalık çalışma yaptılar.
Quentin Tarantino’nun bu sahneyle ilgili yorumu şöyle: “Herkes bunun unutulmaz bir sahne olacağını biliyordu. ‘La Louisiane’ sahnesi için ‘Reservoir Dogs’un sınırlandırılmış versiyonu gibi diyebilirim. Yine Naziler ve Almanlar vardır ama depo yerine bodrum katındaki bir barda geçer. Böyle bir sahneyi çekmenin en iyi yöntemi, kameralar çalışmaya başlamadan önce kapsamlı bir prova süreci yapmak, çekimleri sonra başlatmaktı.”
Shosanna rolünde kamera karşısına geçen Diane Kruger ise, izlenimlerini şu sözlerle dile getiriyor: “Sahnenin çekim zamanı geldiğinde kendimi sanki oyun oynar gibi hissettim. Repliklerimi çok iyi biliyordum. Zaten o repliklerin hayalini kurmuştum. Hatta rüyamda bile görüyordum. Sette herşey yerli yerindeydi. Quentin’i harika yönetmen yapan özelliklerinden birisi, arka planda olsanız bile sizi sürekli gözetliyor olmasıdır. Hiçbir şeyden kaçamayacağınızı bilirsiniz. Zaten kaçmak istemezsiniz. Çünkü bir oyuncu olarak yaptığınız işin takdir edildiğini bilirsiniz. Onun herşeyi gördüğünün farkındasınızdır. Küçümsendiğinizi veya takdir edilmediğinizi asla düşünmezsiniz.”
Diane Kruger sözlerine şöyle devam ediyor: “Umarım ki, ‘La Louisiane’ sahnesi filmin en büyük sahnelerinden birisi olacak. Çünkü Brad ile benim öykü çizgilerimizin uçuşa geçtiği yerdir. Önce Brad’ı, sonra Shosanna’yı görürsünüz. Shosanna’nın neyi plandığını fark edersiniz. Ardından filmdeki herşey ‘La Louisiane’de bir araya gelir. Master planı görürsünüz. Ancak plan çöker ve hep birlikte B Planına geçmek zorunda kalırlar.”
Filmin final sahnesinin büyük kısmında dublör koordinatörleri Jeff Dashnaw ile Bud Davis’in uzmanlığına başvuruldu. Her ikisi de Avrupa genelinde 160 dublörle çalışıyordu. Bu sahnenin çekimi için öncelikle Babelsberg’de bir set kuruldu. Ardından terk edilmiş bir çimento fabrikasında “yangın” seti oluşturuldu. Yüzlerce dublörün yanan binada tam bir kargaşa halinde sağa sola koşuştuğu sahnelerin çekimi orada yapıldı.
Dublör koordinatörü Jeff Dashnaw’ın bu sahneyle ilgili yorumu şöyle: “Quentin her zaman, ‘Ne kadar az özel efekt olursa o kadar iyidir’ der. Bu nedenle de profesyonel dublör koordinatörleriyle çalışmayı tercih eder. Yangın çıkınca sinirlerim gerilmez diyemem. Çünkü benim düşünceme göre, sektörümüzdeki en büyük tehlike yangındır. Ateşle çalışırken küçük kaza diye bir olay yoktur. Eğer bir kaza çıkmışsa o büyük bir kazadır.”

Epilog (Son Sözler)
Diane Kruger’ın filmle ilgili son sözleri şöyle: “Bir zamanlar Nazi işgali altında bir Fransa vardı sözleriyle başlayan bu film tabii ki bir belgesel değildir. Filmde bir grup isyancının bunun bedelini ödetmeye, acısını çıkartmaya karar vermesi anlatılır. Bunu çok sevdim.”
Eli Roth biraz adrenalin ekleyerek şunları söylüyor: “Zincirleme hızlı tempolu bir Quentin Tarantino filmi gibidir. Konusu 2. Dünya Savaşında geçer ama 2. Dünya Savaşı filmi değildir. Bir Tarantino filminden bekleyebileceğiniz hız, heyecan, gerilim ve şiddet unsurlarının hepsini içerir. Ancak bunların yanısıra daha önce hiç görmediğimiz bir ana teması vardır.”
B.J. Novak’a göre ise, bu bir intikam filmidir ama hem intikamı, hem de o dönemin filmlerini konu alır. Quentin’in filmleri bana daima romantik gelmiştir. Bu da özellikle öyledir. Bence Tarantino’nun en romantik öyküsüdür. Çünkü sinemanın dünyayı kurtarması üzerenedir. Çok romantik bir fikirden yola çıkar. Romantik ve zekicedir.”
Peki, Quentin Tarantino’nun bu filmde en sevdiği görünüm hangisi? Şöyle cevap veriyor: “Naziler’e karşı sinemanın gücüyle mücadele veriilmesi fikri hoşuma gitti. Ancak bir metafor (mecazi) olarak değil; harfi harfine gerçek şekilde…”

http://socialitelife.celebuzz.com/bfm_gallery/2009/05/inglorious_basterds_photoshoot_and_posters/gallery_main/gallery_main-inglorious-basterds-photos-05112009-04.jpg

Yukarda filmin prodüksiyon aşamalarını detaylı bir şekilde okudunuz. Filmin içeriği ile ilgili bilgilerde edindik. Gelelim şuna ki sevdiğim bu adamın filmini biraz eleştireyim. Bir kere Tarantino’nun benimsenen stili şudur. Senaryosunu bölümlere döker bknz Kill Bill ve Inglorious Basterds genellikle böyle kullanır kurgu parça parçadır. Chapter 1-2-3 diye ayrılır bu filme dahada bir hikayemsi hava katar, tabi buda filmin olumlu eleştiri hanesine bir çarpı olarak işlenir bence 2. ise Casting seçimi, evet Tarantino ilk kez Brad Pitt ile çalıştı keşke çalışmasaydı ki bana göre bu film Brad Pitt’in en kötü performansı oldu. Nitekim her karaktere büründüğü için övdüğüm Brad Pitt’e Albay Aldo Raine rolü gitmedi, onun haricinde doğru bayan oyuncu seçimleri Diane Kruger’i Truva filmindende hatırlıyoruz. Christoper Waltz ki filmi kurtaran oyuncu daha sonrasında biraz daha hafif kalan Çavuş Hugo Stiglitz rolünde Til Schweiger ve Yahudi Ayısı rolünde Eli Roth çok doğru seçimler.

Müzikler ise Tarantino’nun en hasas davrandığı kısım bir filmin yönetmeni Quentin Tarantino ise bilin ki o filmin SoundTrack’ı mükemmeldir. Western stili müzikleri sürekli filmlerin kullanan Tarantino inanılmaz film müzikleri seçmeye devam ediyor. Kill Bill de Zamfir Ennrio Morricone gibi artistlerle çalışan Tarantino’nun bu son filminde Ennio Morricone’ye tekrar rastlamak mümkün.

Biraz uzun yazı oldu kısa kesilecek bir film değildi çünkü… Basterds Quentin Tarantino’nun değişim geçirdiğini gösteren film mutlaka izlenmelidir.

30 Sec Snickers Advertisement Videos

24 Hours Of Snickers...


Two Guys looking for Snickers in Cesme-Turkey. But They looked almost everyplace but there is no snickers....they keep looking for Snickers so 24 Hours of Snickers waiting for us.




One Night With Snickers..

One guy talking with his darling...he almost make date with her but the other guy suddenly comes. He said it is very urgent...but the guy that talking on the phone said " Get lost buddy"
he insist to other guy... but he does not give him the phone...he suddenly shows to him The Snickers bar....the guy amazed and leave the phone to him and said ... Its all yours buddy..



Snickers Nothing Else Matters..

Aşk Bir Skeçtir..

Evet kaydadeğer kısa filmler paylaşmaya devam ediyorum. Fransız kısa filmi izleyiciye tokat gibi geliyor.


FİLMİN MANTIĞI


Her insanın hayatı, dünya da başka bir insana bağlıdır. Her insanın aslında bir ikizi vardır. Bu ikizlik aynı anneden veya babadan döllenme şekliyle değil karakter olarak birbirinin ikizi olması şeklindedir. Ama birebir olmalarına rağmen aynı işleri yapmamaları, zamanın şartlarının her zaman değişik olması nedeniyledir.


Galakside tek bir dünya yoktur. Birbirine paralel çok sayıda dünya vardır. Her paralelde aynı karakter devir daim şekilde 2 kez yaşar. İlki ve ikincisini yaşaması tamamen yapacağı seçimlerin birbirine paralel olup olmayacağını anlamak içindir.Farklı paralellerde yaşamasının sebebi ise sonsuzluğun tanımını insanın beyninin kaldıramamasıdır.

İlk yaşam tamamen özgür seçimlerde olur. Önceden nelerle karşılaşacağı belli değildir. Hiçbir senaryo yoktur. Tamamen kendi seçimlerini yaparak önüne gelen sınavda başarılı olmaya çalışır. İkinci yaşamında ise artık yaşadığı ilk hayatının senaryosunu yaşar. Bazen eski yaşamını anımsar( de ja vu ), bazen kendinin geleceği görme yetisine sahip olduğunu düşünür(aslında senaryoyu görerek). Ama ortada bir senaryo vardır olaylar aynen gelişir ve karakter yine aynı olduğu için aynı seçimleri yapar çok ufak sapmalar haricinde. Ve artık sınavını vermiştir. Bundan sonra artık insan beyni sonsuz yaşamı kaldıramayacağı için insana cehennem veya cennete gidip sonsuz yaşam verilmesi yerine, tekrar dünyaya gönderilip cehennem veya cennet gibi bir yaşam verilir ve bu sonsuza dek sürer.

Bu ilahi bir sistemdir ve herkes bu şekilde hatasız şekilde sınanır.

Metin Canel

http://seksenikiondokuz.com/blog/wp-content/uploads/2009/08/1453-Fetih.jpg

Gelecekte çekmek istediğim muhteşem bir yapıttır İstanbul’un Fethi ki fetihe yakışan bir muhteşem filmide yapılmalıdır. Filmi yapmak isteyen Recep İvedik’in yapımcısı Faruk Aksoy’un röportajınıda okudum bir çok nokta var çok iddialı konuşmuş.
Böyle bir film yapılımı kısa sürede bitemez ki fragman dediğiniz videodanda belli gelişi güzel bir çekim var( Panorama müzesinin tanıtımda kullandığı video ) . Böyle bir hikayeyi film yapmak için dünya aşamadan geçmek gerekli bir kere senaryosunu en az 1 senede hazırlanır zaten , çok büyük bütçeler ayırmak gerekli ayrıca kadrosuna hakim bir yönetmen gerekli bunlar ne yazık ki bizde mevcut değil. Film olacaksada hayal kırıklığı olur. Filmi yapmaya kalkışanda Recep İvedik yapımcısı Faruk Aksoy… ne diyeyim başarılar dilerim ancak Mart 2010 da çıkacağını belirtmiş çok şaşırdım hani bir Recep ivedik çekmiyoruz ki Faruk Efendi çok önemli bir konuya girdin ve film yapmak istedin umarım batırmazsın..

Panorama 1453 Tarih Müzesi’nin hazırlattığı mükemmel İstanbul’un fethi videosu

Benzer stilde filmlere bakarsak Truva,Yüzüklerin Efendisi v.b ne tür aşamalardan geçmiş ve ne tür paralar harcanmış bir bakılmalı yani filmin zaten Mart 2010 da duyurulması beni korkuttu zaten Faruk Aksoy umarım dediği gibi film çıkarır ama normalde kendisinin dediği gibi 100 milyon dolar bütçenin yetersiz olacağı bir filmde onun 3 de biri bir bütçeyle böyle bir film yapmaya kalkışmak büyük cesarettir.
İlerleyen günlerde daha geniş yazı ile döneceğim arkadaşlar röportajıda okumanızı tavsiye ederim..

Fetih 1453′ün çekimlerine ağustos ayında başlayacaklarını açıklayan Aksoy, iddialı konuştu: ”1,5 aya kadar cast çalışmasını tamamlarız. Ben taşın altına elimi soktum ve altından kalkacağıma inanıyorum. Öyle bir film yapacağım ki, kendimizle gurur duymayı öğreneceğiz.”


Herkesin “Neden tarihimizi anlatan bir film yapamıyoruz, Hollywood gelip çekecek!” diye hayıflandığı bir dönemde, İstanbul’un fethini konu alan filmin startını verdiniz. Proje nasıl ortaya çıktı?

- Tarihimizle ilgili ne kadar bilgisiz olduğumu fark edince bu işe sarıldım. Şimdi biz, zeka ve bütçesel anlamda elimizden gelenin en iyisi yapmaya çalışacağız. İddiam şu, “300 Spartalı”, “Gladyatör” lezzetinde bir film yapacağız. Neyse, bu kararı verdikten sonra İstanbul’un fethi ve Fatih Sultan Mehmet’le ilgili çok sayıda kitap okudum. Ve bu anlamda hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Beni bu filmi yapmaya en çok ikna eden şey de bilgisizlik oldu. Ki üniversite mezunu, iki dil bilen bir adamım ben. Bu filmi çok fazla insana seyrettirmeyi becermeliyim ki, herkes bildiğinin ne kadar az olduğunu fark etsin ve kendimizle yeniden övünebilecek bir dünya kuralım..

Fatih’i anlatmak, fethi anlatmak her anlamda çok zor, riskli ve cesaret isteyen bir iş. Endişeleriniz var mı?

- Allah yardım edecek.. Ama zoru başaracağız. Cast’la ilgili endişelerim var. Bugüne kadar hiç ortada olmamış, dizilerde, filmlerde oynamamış insanlarla çalışmak istiyorum. İşin en zor kısmı da bu zaten. Yani Fatih Sultan Mehmet’i oynayacak kişiye karar vermek. Çalışmalara başladık. Ben taşın altına elimi soktum ve altından kalkacağıma inanıyorum.

Filmin adı “Fetih 1453″ değil mi

- Evet..Biz filmi, 1451’den, yani fetih planlarının yapıldığı andan itibaren işlemeye başlayacağız. Filmde Molla Gürani’yi de yani Fatih’i yetiştiren üstadı da göreceğiz. Sultan’ın çocukken aldığı bu eğitim sürecine de yer vereceğiz.

Bütçesi ne kadar?

- Şimdi Hollywood’da bu işin bütçesi 100 milyon dolar civarındadır. “300 Spartalı”nın bütçesi 70 milyon dolardı. Tabii ki biz bu filmi, bir Hollywood filmi gibi binlerce metrekare duvar inşa ederek yapamayacağız. Bizim filmimizin bütçesi de 100 milyon doların onda biri kadar olacak. Bu da iyi bir bütçedir.

Yavuz Sultan Selim’in filmi yapılıyor. Tolga Karel canlandırıyor hatta..

- Oyuncuları, fotoğrafları gördüğümde hakikaten şaşırdım. Komedi mi yapıyorlar, ne yapıyorlar, bilmiyorum.

Mustafa Altıoklar yıllar önce “İstanbul Kanatlarımın Altında” filmini yaptı. Bir dönemi anlattı.. Bu anlamda ilk film deniliyor. Siz ne diyorsunuz?

- Bence o, dönemin seyirci sayısı düşünüldüğünde, göreceli olarak gişede başarılıdır ama çok da başarılı bir film değildir. Çok da speküle edilmiştir ve öyle ön plana çıkmıştır. Biz spekülasyonsuz yapacağız. Fethin bütün ana damarını anlatırken, millet olarak ne kadar güçlü ve cesur olduğumuzu göreceğiz. Bu filmi seyrettikten sonra kendimizle gurur duymayı öğreneceğiz.

Peki.. Bu proje size hazır mı geldi?

- Projeyi birlikte yöneteceğimiz arkadaşımız Hamit Keleş, bu çalışmayı iki yıl önce İstanbul Belediyesi için yapmış. Sultanahmet Meydanı’nda da fethin kutlandığı gün, bir perdede gösterilmiş. Hamit, yakın arkadaşım. Bunun filmini çekmek istediğini söyledi. Ben de ikinci “Recep İvedik”i tamamladıktan sonra Hamit’i çağırıp “Bu işi yapalım” dedim. Senaryonun üzerinde Cahit Taşçıoğlu çalışıyor. Birkaç senaristle daha çalışıyoruz. Sonra metinleri bir araya getireceğiz.

Danışmanınız kim?

- Bütün hocaların hocası Halil İnalcık.. O anlamda bir hataya düşeceğimizi asla düşünmüyorum. Biz zaten dokümanter bir drama yapacağız. O yüzden de şu an bizimle National Geographic ve History Channel bağlantıya geçti. Filmi satın almak istiyorlar. Bu bizim doğru bir karar verdiğimizi düşündürüyor. Biz bu işi iyi yaparsak, yarın Amerikalı gelecek ve “Gelin beraber bunun yalnızca filmini yapalım” diyecek. Bir şey yapmadan Amerikalı’yı ikna etmek zor.

Şimdi filmle ilgili tabii ki eleştiriler de olacak. Mesela Ulubatlı Hasan tartışması kesin yapılacak. Birileri Ulubatlı Hasan yok diyor ya… Siz filmde bu karakteri kullanacak mısınız?

- Tarihi herhangi bir bilgiyi çarpıtmadan yapacağız. Birileri Ulubatlı Hasan yok diyor, tamam. Fakat birisi o sancağı oraya dikti mi, dikti. Ama adı Ulubatlı Hasan ama Kastamonulu Osman, ne fark eder? Bizim bilgimiz Ulubatlı Hasan ise, ben onu Ulubatlı Hasan olarak bırakacağım. Tabii Halil Bey de onay verirse. Ama onay vermezse ben o sancağı oraya yine diktireceğim fakat Ulubatlı Hasan demeyeceğim. İsimler önemli değil…

BÖYLE FETİH Mİ OLUR DEDİRTMEM

“Böyle fetih mi olur, böyle Fatih mi olur, bu reva mı?” denilecek bir film yapmam. Yaparsam da o filmi çöpe atar, çıkarmam. Ama çok güzel bir film yapacak, bu filmle Türk sinemasının çıtasını yukarı çıkaracağım. Herkes bu filmden sonra, yaptığımın daha iyisini yapmak zorunda kalacak.”

FATİH ROLÜ İÇİN OYUNCU ARIYORUZ

Film ne zaman vizyona girecek?

- 2010’un mart ayında… Bu arada sadece makyaj desteği, bazı efekt desteği ve dublörler yurtdışından gelecek. Onun dışında yurtdışından hiçbir oyuncu ile görüşmedik, görüşmeyeceğiz de. Çünkü Fatih 21 yaşında bizim filmimizde. Yurtdışında 21 yaşında bir star yok. Star olmayınca da yabancı bir oyuncuyu oynatmanın manası yok. Şimdiden Fatih için araştırmalara başladık. Bulacağımızı ümit ediyorum. Çok yere baktık, hâlâ bulamadık. Bu röportaj umarım aracı olur bize. Kapımız, Fatih’i oynayabileceğine inanan her genç oyuncuya açıktır, bekliyoruz….

Taron Lexton Röportajı Yakında !!

Ödüle doymayan "Struck" kısa filminin genç yönetmeni Taron Lexton merak ettiğim soruları yanıtlayacak bu kısa süre zarfında sizde merak ettiğiniz soruları mail adresime bırakabilir veya blog yorumlarına yazabilirsiniz.


The Director - Taron Lexton

Sin City Yapımı....

Evet Sin City gibi efekt zengini filmin aslında çok düşük bütçede yapıldığını hepiniz biliyorsunuzdur. Günümüz sinema teklonojisinde Green Box var ki artık her film bu teklonoji ile çekilir oldu.

Dilerseniz bir göz atalım...

http://posterwire.com/wp-content/images/sin_city_nancy.jpg

Struck

Hayatımda izlediğim şu ana kadar ki en iyi kısa film " Struck " Karşı cinslerin birbirleriyle etkileşimini bir başka açıdan anlatıyor ki ne anlatım mükemmel müzik mükemmel kompozisyon ve ödül süpüren bir kısa film daha ne beklenir ki......

Filmi izlemek için aşağıdan resmi sitesine girebilirsiniz....


Ayrıca filmin yönetmeni Taron Lexton ile röportajım çok yakında..


http://www.struckthefilm.com/index.htm



Yazan ve Yöneten : Bahadır Karasu
Yapımcı : Genç Sinema-Ekrem Doydu
Orjinal Müzik : Abdullah Zibdeh

http://rapidshare.com/files/284952243/Titanic_Belgeseli.mp4.html


Yaklaşık 50 dakikalık bir belgesel olan Titanic adındanda anlaşıldığı gibi 1912 deki o müthiş deniz kazasını konu alıyor güzel bir anlatımla tekrar Titanic le yolculuk yapmaya hazır olun.

MS Titanic , White Star Line şirketinin sahibi olduğu Olympic sınıfı bir yolcu gemisidir.Harland and Wolff (Belfast,İrlanda) tersanelerinde üretilmiştir.14 Nisan 1912 gecesi daha ilk seferinde bir buz dağına çarpmış ve yaklaşık iki saat kırk dakika içinde Kuzey Atlantik’in buzlu sularına gömülmüştür. 1912‘de yapımı tamamlandığında dünyadaki en büyük buharlı yolcu gemisiydi.Batışı 1.517 kişinin ölümüyle sonuçlandı ve dünya savaşları dışındaki en büyük deniz felaketlerinden biri olarak tarihe geçti. Titanic ‘in batışı ile birlikte meydana gelen büyük kayıp’ın oranı birçok nedene bağlanmaktaydı ve zaman geçtikçe oturan şey ise Titanic ‘in herkes için yeteri kadar filika taşımamasıydı.Titanic ‘in tam kapasitesi 3,547 kişi olmasına rağmen gemi’nin sahip olduğu toplam flika sayısı 1,178 kişilikti. Aynı zamanda bayanlara ve çocuklara öncelik tanındıgı için toplamda ölen erkek sayısıda çok orantısızdı.

Titanic zamanında mevcut olan en ileri teknolojileri kullanmıştı. Birçok insan tarafından “batmaz” gemi olarak inanılıyordu, bu inanış batmadan önce bu şekilde tanımlanmış ve lanse edilmişti.Bu derece ileri teknoloji ve eğitimli mürettebata rağmen batışı birçoğu için şoktu.Medya ise Titanic ‘in ünlü kurbanları ve batış ile ilgili efsaneleri sürekli gündeme getiriyor ve ateş’e benzin döküyordu.Bu tartışmaların sonucu denizcilik kanunun degişmesine neden oldu.Amerikan donanmasından emekli Robert Ballard ‘ın gemi enkazını 1985′de bulması Titanic’in ününe olan ilgiyi ve bu ilginin günümüze kadar devam etmesini sağladı.

1o dakikada Inglorius Bastards..

http://www.everythingtarantino.com/pics/2009-08-basterdmainposter.jpg



Evet arkadaşlar Tarantino hayranı olarak Tarantino'un henüz gösterime giren son filmi hakkında özel paylaşımlara başlıyorum filmi izleyenleriniz vardır. Filmin geniş incelemesini kısa sürede blogumuzda bulabileceksiniz şimdilik sizleri 10 dakikalık bir şovla başbaşa bırakıyorum.


Not : Video ingilizcedir




Signs...


Signs - Nice Romantic Short Film
by sarbjeet_98

Sizleri bu kez Scheweppes film festivalinin beğenilen iletişim konusunu işleyen kısa film ile baş başa bırakıyorum..

ME/BEN TRAILER

Riders on the storm filminin iptal edilmesinden sonra hemen vakit kaybetmeyerek yeni projeyeye başladık yeni kısa filmimizde psikolojik bir tema işlerken izleyiciye bu kadar karma bir konuyu maximum 15 dakikada sunmak için çaba harcıyoruz kamera tekniklerine önem vermemizin yanı sıra filmdeki esas unsur ise kurgu..

Filmde ise daha önceden tanıdık yüzler Turgut Tutumlu ve Onur Murat Alan oynamakta..



Psikolojik Gerilim konulu Kısa Film

Psikolojisi bozulmuş ve gerçekte kimliğini ve kişiliğini bir süre bilemeyen ve unutan müzisyen bir genç hayatının en garip anlarını yaşamaktadır acaba yaşadıkları bir çelişkimidir ?

Oynayanlar : Onur Murat Alan , Turgut Tutumlu

Yazan Ve Yöneten : Bahadır Karasu

Orjinal Müzik ve Kurgu : Fırat Sakar

Görsel Efekt : Shubham Agnihotri

Ulak Filminde Matte Paint Tekniği..


Çağan Irmak'in yeni filmi Ulak , bilinmeyen bir zamanda, bilinmeyen biryerde geçen fantastik bir öyküyü anlatan bir film. Çağan Irmak anlatmak istediği hikayeye uygun bir dekor yaptırmıştı ama kameranın uzaklarda gördüğü tepeler fantastik öyküye uygun nesneler barındırmadığı için buraların MattePaint olarak hazırlanıp uygun yerlere yerleştirilmesi planlandı. Ayrıca, tepelerde bulunan elektrik direkleri ve evler gibi birtakım nesnelerin de silinmesi gerekiyordu. Hazırlanan MattePaint'lerle görünmesini istemediğimiz nesnelerin kamuflajını sağlamakla birlikte ortama yeni bir atmosfer getirmiş olduk. Aşağıdaki örnek karelerde resmin orijinal, ve final hallerini görebilirsiniz.








Sahil planlarında buranın bir liman olduğu hissinin oluşturulması isteniyordu. Hazırlanan MattePaint'le içinde liman barındıran yeni bir sahil ve denizdede gemiler yapıldı.




Filmin baş karakteri Zekeriya, şehre doğru ilerlerken;


Video thumbnail. Click to play
Orijinal(QuickTime)


Video thumbnail. Click to play
Final(QuickTime)




Kuyudan ışık hüzmelerinin çıkması gereken planlarda toplam 4 aşama sonucunda istenilen sonuca ulaşıldı. Öncelikle particle simulation, ardından camera tracking , particle'ların uygun kamera ile 3D render yapılması ve hepsinin birleştirilmesi.

Video thumbnail. Click to play
Orijinal(QuickTime)




Video thumbnail. Click to play
Maya Sahnesi(QuickTime)



Video thumbnail. Click to play
Final(QuickTime)



Video thumbnail. Click to play

Little Terrorist..





2005 yılında kısa film dalında Oscar Adayı olan Little Terrorist, Pakistan- Hindistan sınırında kriket oynarken topun Hindistan tarafındaki mayınlı bölgeye kaçan topunu almak için karşı tarafa geçen bir çocuğun, askerler tarafından terörist sanılıp kovalanmasını ve çocuğun Hindistan'lı bir öğretmen tarafından korunmasını anlatıyor. Küçük Terörist, anlatılan hikayenin de ötesinde dolu dolu bir çok mesaj taşıyor. Hindistan- Pakistan ekolünün sıcak renkleri de cabası.. FİLMİN ALDIĞI ÖDÜLLERADAY -ACADEMY AWARDS OSCAR 2005ADAY - EUROPEAN ACADEMY AWARDS 2005EN İYİ FİLM ÖDÜLLERİTehran Intl Short Film FestivalFlanders Intl Film FestivalMontreal World Film FestivalManhattan Intl Short Film FestivalJURİ ÖZEL ÖDÜLLERİSao Paulo Intl Short Film Festivalve yaklaşık 30 festivalde gösterim hakkı kazanmış.


top