François Truffaut-Alfred Hitchcock Söyleşisi

http://img251.imageshack.us/img251/8995/alfredhitchcock.jpg


Hitchcock serisine ben de orijinali 1966’da toplanmış, Truffaut-Hitchcock söyleşi serisinden bazı notlarla “insert” gireyim. Bilindiği gibi bu “efsanevi kitap”, Hitchcock Bey’i en iyi açıklayan kitaplardan (üstelik birinci elden). 1987’de AFA yayınları tarafından ülkemizde basılmış kitabın bulunmasının zorluğu da hesaba katıldığında, kitabı okuyamayanlar ve SanatLog’daki film analizlerini takip edenler için faydalı olabilir. En azından özgün bir yazı yazmaya vakit ayıramadığım bu aralar, pası Alfred abinin kendisine atmakta bir sakınca görmüyorum. Erkan Erdem

57
Günümüzde yapılan filmlerin çoğunda, çok az sinema var. Bunlara «konuşan insanların fotoğrafları» diyebilirim. Sinemada bir öyküyü anlatırken ancak başvurulacak başka bir yol kalmadığında diyalog kullanılmalıdır. Ben daima bir öyküyü öncelikle sinemaya özgü bir yöntemle anlatmaya çalışıyorum.
Sesli filmlerin ortaya çıkmasıyla ne yazık ki, bir anda tiyatroya benzer bir biçim ağırlığını koydu. Kameranın hareket edebilir olması, bu olguyu değiştirmez. Hatta kamera, raylar üzerinde ilerleyebilse de yapılan şey, sinema değil, hâlâ tiyatrodur. Bunun bir sonucu, sinemaya özgü stilin kaybıdır, diğeri ise fantezinin kaybı.
Çekim senaryosunu yazarken diyalogları görsel birimlerden açıkça ayırmak önemlidir. Ayrıca mümkün olan her yerde, diyalogdan çok görsel olgulara dayanmak gerekir. Olayı sahnelemek için hangi yöntemi seçerseniz seçin; asıl ilginiz, izleyicinin tüm dikkatini tutmak olmalıdır.
Özetlersek, perdenin her yanının duygu ve heyecan yüklü olması gerekir.
66
T: «Gerilim» sözcüğü çeşitli biçimlerde tanımlanabilir. Sizinle yapılan görüşmelerde sık sık, «gerilim» ile «şaşırtmaca» arasındaki farka işaret ediyorsunuz. Ama birçok kişi, gerilimin korkuyla ilişkili olduğunu savunuyor.
H: Böyle bir ilişki yok. Kolay Meziyet’teki santralci kıza dönelim. O kişi, genç bir adamla bir kadının evlilik konusunu tartıştıkları, perdede gösterilmeyen bir konuşmaya kulak misafiri oluyor. Santralci kız gerilim içindedir, adeta gerilimin esiridir. Telefon hattının öteki ucundaki kadın, telefon ettiği adamla evlenecek mi? Kadın, sonunda evlenmeyi kabul edince kız oldukça rahatlar, gerilimi yok olmuştur. İşte, korkuyla ilişkisi olmayan gerilim unsuruna bir örnek.
T: Santralci kız, kadının evlenmeyi reddedeceğinden korkuyordu ama bu tür bir korkuda herhangi bir acı veya keder sözkonusu değil. Ben, gerilimi, olacağı umulan bir şeyin verdiği bir endişe olarak görüyorum.

H: Gerilim yaratmanın her zaman kullanılan biçiminde, izleyicinin olan bitenin son derece mükemmel biçimde farkında olması gereklidir. Aksi takdirde, gerilim oluşmaz.
T: Şüphesiz, ama gerilim unsurunu, gizlenen bir tehlikeyle bağlantılı olarak vermek mümkün değil midir?
H: Benim düşünceme göre, esrarengiz şeyler, pek gerilim yaratmazlar. Örneğin, «kim yaptı» (Whodunit) adı verilen filmlerde, gerilim unsuru değil, entelektüel bir bilmece vardır. Bunlar, duygusallıktan uzak bir tür merak öğesi içerirler. Hâlbuki duygular, gerilimin temel dayanağıdırlar.
78
Kariyerinize ne olursa olsun, yeteneğiniz hiçbir zaman kaybolmaz.
94
Görüyorsunuz, bir film yaratmakla belgesel yapmak arasında oldukça fark vardır. Belgeseldeki temel malzeme, Tanrı tarafından yaratılmıştır. Oysa bir filmde, yönetmen Tanrı’dır. Yaşamı yaratmalıdır. Bu yaratma sürecinde duygular, ifade biçimleri ve bakış açıları vardır. İstediğimizi yapmakta tam özgür olmalıyız ki, sıkıcı olmasın. Bana, akla yakınlıktan söz eden eleştirmen sıkıcı adamın biridir.
96
«Yaşamdan bir dilim» filmi yapmak istemiyorum. Çünkü insanlar bunu evde, caddede, hatta sinema binasının önünde bulabilirler. Yaşamdan bir dilim görmek için para ödemeleri gerekmez. Ayrıca, aşırı fantezilerden de kaçınırım. İnsanların karakterlerle özdeşleşebilmesi gereklidir. Bir film yapmak, her şeyden önce bir öykü anlatmak anlamına gelir. Öykü, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir şey olabilir, ama asla ilkel olmamalıdır. Dramatik ve insancıl olmalıdır. Zaten drama da sıkıcı kısımları atılmış yaşamdan başka nedir ki! Bundan sonraki etmen, film yapımı tekniğidir ve bu bağlamda ben teknikte salt mükemmelliğe karşıyım. Teknik, eylemi zenginleştirmelidir. Hiç kimse, sırf kameraman hoşlanıyor diye kamerayı belli bir açıya yerleştirmez. Burada önemli olan, belli bir açıya yerleştirilmiş kameranın o sahneyi en iyi biçimde vurgulayıp vurgulamadığıdır. Görüntülerin ve hareketin, ritmin ve efektlerin güzelliği, her şey esas amaca tabi olmalıdır.
99
Bazı durumlarda mutlu son gerekmez. İzleyiciyi sımsıkı kavramayı başarırsanız, sizin yürüttüğünüz mantığın peşinden gelecektir. Filmin bütününde yeterince eğlenceli olabilmişseniz insanlar “mutsuz son”u kabul edeceklerdir.
138
Tecrübelerimden öğrendim ki, kahraman tipi bir star tarafından çizilmediği zaman tüm film bundan olumsuz yönde etkileniyor. Biliyorsunuz izleyiciler, tanımadıkları birisi tarafından oynanan karakterin içine düştüğü zorluklarla daha az ilgileniyorlar.
151
T: Bu arada, söz nesnelerden açılmışken, sizin kendi filmlerinizde boy gösterme geleneğinizi bu kez eski bir gazete aracılığıyla gerçekleştirdiğinizi fark ettim.
H: En sevdiğim rolümdür. Bunu düşünürken çok kötü anlar yaşadığımı itiraf etmeliyim.
Genellikle olay yerinden geçen birini oynarım ama okyanusun ortasında oradan geçen birisi olamaz. Kayığın yanından geçen bir cesedi düşündüm ama batacağımdan korktum. Dokuz kazazededen birini de oynayamazdım, çünkü her biri yetkin bir oyuncu tarafından canlandırılmalıydı. Sonunda aklıma iyi bir fikir geldi. Bir zamanlar son derece zorlu bir diyete girerek, acılar içinde 300 pound’dan 200 pound’a düşmüştüm (150 kilodan 100 kiloya).
Sonunda kilo kaybımı ölümsüzleştirmeye ve küçük rolümü «önce» ve «sonra» resimleriyle gerçekleştirmeye karar verdim. Bu fotoğraflar, Reduco adlı hayali bir ilacın gazete reklamında kullanılmış olacaktı. İzleyiciler de, William Bendix, kayığa koymuş olduğumuz gazeteyi açtığında o fotoğrafları —dolayısıyla beni— görmüş olacaklardı. Bu rol büyük bir olay oldu. Reduco’yu nerede ve nasıl bulabileceklerini bilmek isteyen şişman kişilerden gelen mektuplar arasında adeta boğulmuştum.
188
Filmin en büyük zayıflığı, yazılı olmayan bir kuralı yıkmasından geliyor: Kötü adam ne kadar başarılıysa film de o kadar başarılıdır.

199
Bazen bir anne de bebeğine duyduğu sevgiyi «böö, bırr…» gibi sesler ve el kol hareketleriyle korkutma oyunu oynayarak gösterebilir. Bebek belki korkabilir, ama aynı zamanda gülüp elini kolunu oynatır. Konuşmaya başlar başlamaz da daha fazlasını isteyecektir.

199 (Dipnot)
1947 yılında
Hollywood’daki bir basın toplantısı sırasında Hitchcock şunları söylemişti: «Benim amacım, halkı sağlığa yararlı şoklara uğratmaktır. Uygarlık günümüzde o denli koruyucu bir hal almıştır ki, artık korkularımızdan içgüdüsel olarak kurtulma olanağımız kalmamıştır. Uyuşukluğumuzu gidermek ve ahlaksal dengemizi canlandırmak için tek yol, şok yaratacak yapay araçlara başvurmaktır. Buna ulaşmak, bana öyle geliyor ki, ancak sinema yoluyla olabilir.»

205
T: Evet, benim de söylemeye çalıştığım şey, tüm dikkatler perdedeki ana karakterler üzerinde yoğunlaştığı için bu tür özenli ayrıntıların genellikle halk tarafından fark edilememesi. Siz bütün bu ayrıntıları, kendi kişisel tatmininiz için ve tabii filmi zenginleştirmek adına koyuyorsunuz.

H: Böyle şeyleri yapmamız gerek, filmin tüm örgüsünü bir kanaviçe gibi doldurmalıyız. İnsanlar bu nedenle, tüm ayrıntıları fark edebilmek için filmi tekrar tekrar izleme ihtiyacı hissederler. Bazıları boşa harcanan çaba gibi görünse de aslında filmi sağlamlaştırırlar. İşte bu nedenle bu filmler yıllar sonra yeniden gösterime giriyor, zamana karşı ayakta kalıyor ve modası geçmiyor.
224
H: Perdede cinselliğin de, bir
gerilim unsuru olması gerektiğini düşünüyorum. Eğer cinsellik, aşırı biçimde göze çarpıyorsa ve çok belirginse gerilim olamaz. Filmlerimde hep görmüş geçirmiş sarışınları seçmemin nedenini biliyor musunuz? Biz, ancak yatak odasına girdikten sonra fahişeleşmeye başlayan, gerçek hanımefendilerin peşindeyizdir. Zavallı Marilyn Monroe, cinsellik sanki yüzünün her yanında yazılıydı. Brigitte Bardot da pek usta ve kurnaz bir kişi değildi.

T: Başka bir deyimle, sizi içteki ateşle dıştaki soğuk görünüm arasındaki paradoks ilgilendiriyor.
H: Kesinlikle. Cinsel yönden en ilginç kadınların İngiliz kadınları olduğuna inanıyorum. İngiliz kadınlarının, İsveçlilerin, Kuzey Almanların ve İskandinavların, cinsel yönlerden Latin kadınlarından, yani İtalyanlardan ve Fransızlardan daha heyecan verici olduğunu hep hissetmişimdir. Cinsellik ilan edilmemelidir. Okul öğretmenine benzeyen bir İngiliz kızı, sizinle hemen bir taksiye binmeye razı olacak ve hatta coşkun bakışlarınız altında pantolonunuzun fermuarını bile kendisi açacaktır.

255
T: Uçak sahnesi çekiminin en belirgin yanı, tümüyle gereksiz ve nedensiz olması. Tüm akla yakınlığı yok eden, hatta önemini bile kaybettiren bir sahne bu. Böyle bir yöntemle yaklaşıldığında
sinema, tıpkı müzik gibi son derece soyut bir sanat oluyor.

265
Aynı konunun bir başka yönü de, boşluğun ziyan edilmemesi gereğidir. Çünkü bu boşluk, dramatik efekt yapmak için kullanılabilir. Örneğin, Kuşlar’da (The Birds) kuşlar barikatlarla korunmuş eve saldırdığında, divanda oturan Melanie çığlık atarken kamerayı geriye çektim. Buradaki amacım, onun korkudan büzülmesine neden olan şeyin hiçliğini göstermek üzere boşluğu kullanmaktı. Yeniden ona döndüğümde, kamerayı bu sefer de yükseğe yerleştirerek, onda gittikçe artan korku izlenimini güçlendirdim. Ondan sonra Melanie’nin çevresinde ve tepesinden dolanan başka bir kamera hareketi vardı. Ama başlangıçtaki boşluk, sahnenin asıl önemli unsuruydu. Eğer hemen başlangıçta kamerayı kızın yüzüne tutmuş olsaydım, onun görebildiği, ama izleyicinin göremediği bir şeyden korkup geri çekildiği duygusunu almış olacaktık. Ben tam tersini oluşturarak perdenin dışında bir şey olmadığını vurgulamak istedim. Bu yüzden tüm boşluğun belirli bir anlamı vardı.

Bazı yönetmenler, aktörleri dekorun önüne yerleştiriyor ve ardından da aktörlerin oturmasına, ayakta durmasına ya da yatmasına bağlı olarak kamerayı belli bir uzaklığa yerleştiriyorlar. Bence böyle bir şey çapsız düşüncenin örneğidir. Tam ve titiz olmadığı gibi, kesinlikle hiçbir anlamı da yoktur.
323
Çünkü
sinema, dünya üzerinde en çok bilinen ve en kuvvetli kitle iletişim aracıdır. Eğer bir filmi doğru olarak düzenlemişseniz, duygusal açıdan bir Japon izleyici, Hintli izleyici gibi aynı anda çığlık atabilmelidir. Bu, bir sinemacı için daima büyük bir meydan okumadır.

Bir roman, başka bir dile çevrilirken ilginçliğinden çok şey yitirebilir. Aynı biçimde gala gecesinde çok güzel sergilenen bir oyun, daha sonra aynı başarıyı göstermeyebilir. Ama bir film, dünyanın her yanında yolculuk yapar. Altyazı konulduğunda etkisinden yüzde 15, iyi bir seslendirme yapıldığında da yüzde 10 yitirdiğini farz edersek, projeksiyon koşulları hatalı bile olsa, görüntü tümüyle kalacaktır. Gösterilenler —bunları hiçbir şey değiştirip başka biçime sokamaz— sizin çalışmanızdır ve kendinizi her yerde aynı terimlerle ifade edersiniz. Etiketler: alfred hitchcock, öykü anlatımı, cameo, dekor, erkan erdem, film çekim süreci, film konsepti, film sanatı, filmler, françois truffaut, gerilim, hitchcock, hollywood, oyuncular, sahneleme, Sanat, SanatLog, Söyleşiler, Sinema, sinema anlayışı, sinema sanatı, soğuk sarışın, The Birds, usta yönetmenler, Whodunit, William BendixFederico Fellini’den Sözler 28 Kasım 2008 Yazan: admin
Kategori:
Logos, Sanat, Sinema4 yorum
“Ben gerçeği herkesin kendisinin bulması gerektiğine inanırım. Bana kalırsa, sosyal bir öbek için bir çağrı hazırlamak, ya da herkes için çağrı olacak bir film çevirmek boşunadır. Bir topluluğa hitap edilebileceğine inanmıyorum. Çünkü topluluk dediğimiz nedir ki? Her birinin kendi gerçeği olan belli sayıda bireylerin toplamı. Filmlerimin bir sonu olmayışının nedeni de budur. Filmlerimin hiçbir zaman basit bir çözümü yoktur. Bana kalırsa, bir sonuca ulaşan herhangi bir öykü anlatmak, sözün tam anlamıyla ahlâk dışıdır. Perdede bir sonuç sunduğunuz anda seyircinin işine karışıyorsunuz demektir.”
“Sanatta tanımlamalar anlamsızdır. Etiketler bavullara konur… Sanatta bütün yolların geçerli olduğu kanısındayım.”
(Andrei Tarkovski hakkında) “Büyük sanatçı, büyük ruh, büyük usta.”

Buster Keaton, Charlie Chaplin’den daha çok hoşuma gider. Kedi parlaklığındaki gözleri, kemirgenleri andıran keskin dişleri ile Chaplin bende bir tür kuşku, güvensizlik yaratıyor. Chaplin’in belki de en büyük olduğunu kabul ediyorum. Ancak Keaton’ın duygu sömürüsüne ihtiyacı yoktu. Giriştiği mücadeleleri ve başına gelen yıkımları, haksızlıkları ya da adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için yaşamamıştır. Ve bu mücadeleler, bizi heyecanlandırmayı ya da bize tepeden bakmayı amaçlamaz. İnatçı çabasının özü, bize bir bakış açısı, tümüyle değişik bir perspektif önerisinden ibarettir. Âdeta bir felsefedir bu, değişmez kavramlardan oluşan bir sistemin içinde donup kalmış bütün varsayımları ve fikirleri altüst eden ve bunları geçici ve yararsız kılan değişik bir din. Budizm’den direkt gelen gülünç bir varlık.”

(Otto e mezzo hakkında) “Aslında, bu filme bir isim vermeyi bile becerememişim. Notlarımın olduğu deftere, o güne kadar çekmiş olduğum bütün filmlere gönderme yapmak amacıyla 8 1/2 şeklinde bir not düşmüştüm, geçici olarak. O, filmin adı oldu.”
“Bir sanat eseri, yalnız ve tek bir ifadeden, kendi öz ifadesinden doğar. Genellikle tercihim, sinema için yazılmış özgün konulara yöneliyor. Öyle sanıyorum ki sinemanın edebiyata ihtiyacı yok. Yalnızca sinema yazarlarının, yani merakını ritimle, sinemaya özgü ahenkle anlatan kişilere ihtiyacı var. Sinema, en iyi varsayımla bile her seferinde hayali kopya resimler gibi üst üste çakışmalara ihtiyacı olmayan özerk bir sanat dalıdır. Her sanat eseri, algıladığı ve ifadesini onda bulduğu boyutta yaşar. Bir kitaba ne basılır? Durumlar… Ancak, bu durumlar kendileri olmadan, hiçbir anlam taşımazlar. Önemli olan, bu durumların ifade edildiği duygulardır, yani hayal gücüdür, ortamdır. Işıktır ve sonuç olarak bunların yorumudur. Oysa bu olguların kâğıt üzerindeki yorumunun, sinematografik yorumu ile hiçbir ilgisi yoktur.”


“Bir sanatçı her zaman kendinden söz edermiş gibi geliyor bana. Bir filme giren günlük şeyler bile sanatçının acı ve kaygılarının tanıklarıdır.”
“Gerçeği abartmaktan, süslemekten, güzelleştirmekten hoşlandığımı bütün dostlarım bilir. Bazı insanlar bu yüzden yalancı olduğumu söylüyorlar. Benim gibi düşlerin ve görüntülerin dünyasında yaşayan birisi için gerçeğe sadık kalmak ancak doğaüstü, aşırı bir zorlama olabilir.”
“Kitaplar okumaya, tablolar görmeye hiç gerek yok. Yaşam bugüne dek, bu yapıtlarla şartlanmıştır; çağın özü onlardır. Öyleyse yaşamak yeterlidir.”
“Asıl katıksız anlamda Yeni-Gerçekçiliğin benim için almamı: insanın kendini ve başkalarını araştırması, bütün yönlere, hayatın bulunduğu her yöne doğru bir araştırma…”
“Franz Kafka… Düşsel bir peygamber…”

“Tek gerçeklik düşlerdir.”

“Düşlerimiz bizim gerçek yaşamlarımızdır.”
(Alfred Hitchcock’un The Birds – Kuşlar filmi hakkında) “Kıyamet şiiri…”
“Yeni-Gerçekçiliğin ‘film yapmak yaşama karşı bir alçakgönüllülük eylemidir.’ öğretisini kabul etmiyorum… Çünkü bu yaşama karşı alçakgönüllülük işini, kamerayla olan işinize dek uzatacak olursanız, artık sinema yönetmenine gerek kalmayacaktır.”
“Duyduğum tek sorumluluk duygusu, cehalet ve aptallık tarafından üretilen vasatlıktan kaçınmaktır.”
“Seyirci (…) istekleriyle şartlanmak olanaksızdır. Buna önem verecek olursanız, kendinizi aşağılayıcı ve küçültücü bir duruma sokarsınız…”
“Bir insanın gerek kendisi ve gerek başkalarıyla ilişkileri, gerekse de hayatın gizemleri konusundaki bütün araştırmaları tinsel ve gerçek anlamda dinsel bir araştırmadır.”
“Son yok. Başlangıç yok. Sadece hayatın sonsuz tutkusu var.”
“Benim bir tek hayatım var, onu da sana anlattım. Bu benim vasiyetim, çünkü anlatacak başka bir şeyim yok.”
(Akira Kurosawa hakkında) “Büyük bir gösteri adamı.”

“Ben yarım Romalıyım. Annemin ailesi Romalı. Hem de çok uzun yıllardan beri. Soykütüğü araştırmalarıyla uğraşmaktan haz duyan bir yeğenim var, annemin kızlık soyadı Barbiani’ye kayıtlarda ilk olarak 1400′lü yıllarda rastlamış. Papa 5. Martin’in maiyetinde bir Barbiani’nin çalıştığını bile saptamış hatta. Bunaryosuz senaryoları filme çekmeye zorlayan kişi çok uzaklardaki bu atadır… Roma’da yaşamaya 1938′de başladım. Burada kendimi çok daha rahat hissettim. Ama peki benim Romalı yanım var mı? Genel düşüncelere göre Romalı, dışa dönük, nefsine düşkün, eli açık, epey sosyal, insanlarla birlikte olmaktan zevk alan, iyi masalardan keyif alan, siyasete tutkunluk derecesinde bağımlı, kendisini dinsiz diye tanıtan, ama karısıyla kızlarını ‘Bir ailede tanrı ile arasının iyi olması gereken kişiler de olmalıdır…’ düşüncesiyle kiliseye yollayan biri… Ancak bu pek sempatik kusurları ve insani nitelikleri kişiliğimde tam anlamıyla yansıttığımı hiç sanmıyorum. Özellikle siyasal tutkuya gelince, bu konuda Romalı değil, tam bir Eskimo’yum.”
“Sinema sirke çok benzer; eğer sinema olmasaydı, pekâlâ bir sirk yöneticisi olabilirdim. Sirk de sinema gibi katıksız bir teknik ve doğaçlama karışımıdır.”
“Şanslı olanlar mantığa pek fazla bel bağlamazlar. Onlar sezgilerine güvenmekten, sezgileri tarafından yönlendirilmekten kor
kişi uyuşturucu müptelâsıymış ve bir zehirlenme olayıyla ilgili olarak engizisyonda yargılanıp hapse atılmış; otuz yılını fareler ve örümceklerle iç içe geçirmiş. Kim bilir, beni belki de bu tür sekmazlar.”
“İtalya gibi bir ülkede hayatımda tek bir futbol maçı bile izlemediğimi bir şekilde öğrenmeleri ya da herhangi bir seçimde bilinçli verilmiş herhangi bir oya sahip olmayışımı ifşa etmem, linç edilmem için yeterli sebeptir sanıyorum. Neyse ki, İtalyanım ve Orta İtalya’da yaşıyorum… Vatandaşlarım beni linç etmek için gerekli enerjiyi toplayıncaya kadar, kaçmak için gerekli enerjiyi toplamış olurum sanırım.”
“Her filmimin başında, vaktimin en büyük bölümünü çalışma masamda geçirir, habire kıç ve meme resimleri çiziktiririm. Bu, benim filmime başlama, bu karalamalar arasında onu çözme biçimimdir. Tıpkı bir labirentten çıkışı sağlayan ipuçları gibi…”


“Film (…) kendi kendimi araştırmamı sağlar. Aslında hiçbir zaman çözümü bulmayı istemem. Ne yapayım çözümü? Yaşam belirtisi bu değil mi; aramak, durmaksızın aramak…”
“Eğer Brigitte Bardot varolmasaydı onu yaratmak zorunda kalacaktık.”
“Işık, filmin özüdür. Ve bu nedenle sinemada ışık ideolojidir, duygudur, renktir, tondur, derinliktir, havadır, öyküdür.
Işık, fantastiğe, düşe eklenen, yok eden, sınırlayan, coşturan, zenginleştiren, nüanslandıran, altını çizen, benzeten şeydir, bu şeylere itibar kazandırır, onları kabul edilebilir hale getirir. Ya da tam tersine, gerçeği fantastik hale getirir, en gri günlük olayı mucizeye dönüştürür, şeffaflık katar, gerilimler, titreşimler önerir.
Işık, bir yüzü oyar ya da parlatır, olmayan ifadeyi ekler, donukluğa zekâ pırıltısı, yavanlığa çekicilik katar. Işık, bir yüzün zarafetini ortaya çıkarır, bir manzarayı yüceltir, onu yok olmaktan çekip çıkartır, bir dekorun fonuna büyü katar.
Işık, film hileleri vb. gibi özel efektlerin birincisidir. En basit, en kabaca gerçekleştirilmiş dekor, ışık sayesinde beklenmedik, hiç akla gelmedik perspektifler yaratabilir ve konuyu muğlak, endişe verici bir atmosfere sürükleyebilir; ya da yalnızca güçlü bir projektörü yakarak ya da bir başkasını devreye sokarak, kasvetli hava yok edilebilir ve her şey ferah, bildik, güven verici bir hale girer. Film denen şey ışıkla yazılır; biçim, ışıkla ortaya dökülür.”


Federico Fellini’nin Sevdiği Filmlerden Bazıları:

1925 Maciste all’ inferno (Guido Brignone)

1928 The Circus – Sirk (Charlie Chaplin)

1931 City Lights – Şehir Işıkları (Charlie Chaplin)

1931 Frankenstein (James Whale)

1933 The Devil’s Brother (Hal Roach & Charles Rogers)

1939 At The Circus – Üç Ahbap Çavuşlar Sirkte (Edward Buzzell)

1939 Stagecoach – Cehennem Yolcuları / Posta Arabası (John Ford)

1946 Paisa – Hemşeri / Köylü (Roberto Rosselini)

1947 Monsieur Verdoux (Charlie Chaplin)

1950 Rashômon (Akira Kurosawa)

1957 Smultronstället – Yaban Çilekleri (Ingmar Bergman)

1962 Totò e peppino divisi a berlino (Giorgio Bianchi)

1963 The Birds – Kuşlar (Alfred Hitchcock)

1968 2001: A Space Odyssey – 2001: Uzay Macerası (Stanley Kubrick)

1972 Le Charme Discret de la Bourgeoisie – Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği (Luis Bunuel)

(Yararlanılan kaynaklar: Göstermenin Sorumluluğu, sabah.com.tr, Ekşi Sözlük, IMDb, Sinema Dümyası)

0 yorum:

top