Bir Derviş Sinemacı ; Andrei Tarkovski

 


       ''Demek bu hayat ve mevt içinde yuvarlanan, toplanıp dağılan varlıklar içinde başka maksat var. Şu ahval, taklit ve temsil için, tertip edilen duruma benzer. Nasıl büyük masraflarla kısa toplanma ve dağılmalar oluyor. Ta ki suretler alınsın, terkib edilsin. Sinemada gösterilsin. Onun gibi dünyada kısa bir müddet zarfında  hayat geçirmenin bir gayesi şudur ki, suretler alınıp terkib edilsin, amellerin neticesi alınıp hıfzedilsin, mecma-yı ekberde muhasebesi görülsün.

                                                                   - Bediüzzaman Said Nursi
         

            Tarkovski, hayatın anlamını, ölüm ve ötesi gizleri bir arkeolog gibi araştırır. Bu sonsuz araştırma sanatçıyı/yönetmeni/seyirciyi, 'on sekiz bin âlem'in her birinin ışığı olan bir 'ism'e ulaştırır. Çok yapraklı bir gül goncası gibi varoluşun katları açılır. Birbiri içindeki saklı âlemler belirmeye başlar. Bu anlamda, Tarkovski tam bir 'Hayret'ü Seyr' sinemacısıdır. Hakikate ayna tutar, mutlak gerçeği seyirciye tüm çıplaklığı ve doğallığıyla vermeye çalışır:

'' Sanatın doğasında varolan ideale duyulan özlem, insanın kendisine sunulmuş idrak yetisinin bedelini ödemesi için itici bir güçtür.''-''Koca bir evreni içinde taşıyan insan:
İşte benim tek ilgi odağım. Zira hayat, her zaman hayal gücümüzden daha zengindir. Bu yüzden gerçek bir sanatçı, ancak kendisi açısından hayati bir zorunluluksa yaratma hakkına sahiptir. Ben de sinema sanatıyla seyirciye, hayatın gerçek akışını neredeyse hiç bozmadan aktarma yeteneğini taşımak istiyordum. Sinema sanatının gerçek ''şiirsel'' özü burada yatar. Benim ''kurgu sinemasını'' reddetmemin sebebi, seyircinin perdede gördüklerini kendi deneyimleriyle bağdaştırmasına imkan tanımamasıdır. Biz sanatçıların taşıdığı tek sorumluluk, kendi yapıtlarımızın düzeyini yükseltmektir. Nitekim ben de kendi filmlerimde hep, birlikte yaşadıkları insanlara bağlı olmalarına, yani özgür olmamalarına  rağmen 'içlerindeki' özgürlüğü korumasını bilen insanları anlatmak istemişimdir.''-'' Gözlemlemeyi unuttuk. Gözlemlemek yerine her şeyi kalıplara göre yapıyoruz.''


Tarkovski bu ve daha nice sözleriyle, çektiği şaheser filmleriyle sinema tarihini yüz yıllık bir süreç içerisinde aramaktan ziyade geleneksel klasik İslami metinlerden bulduğu ''zaman ve mekan'' fenomenlerini işleyerek, Kur'anî okumalar yaparak sinemanın ilahi bir arka plana sahip olduğunu özetle ispatlıyor ! 
                                                                            ***
            Şimdiki zamanın sonsuzluğa açık olduğu dinî öğretilerde, zamanın  ebedileştirilmesinden söz edilebilir ki, sinemanın diğer sanat alanlarından farklı olarak zamanı durdurabilmesinde buna atıf vardır. Bu yüzden sinema serüvenini anlattığı kitabına Tarkovski, Mühürlenmiş Zaman adını verir.
           
Ünlü Rus şair Arseniy  Tarkovski'nin oğlu olarak 4 Nisan 1932'de Moskova'da doğdu.1960 yılında Moskova Devlet Sinema Enstitüsünü(VGİK) bitirdi. İlk konulu uzun filmini İvan'ın İhtirasları adıyla başlayıp İvan'ın Çocukluğu ile 1962'de çekti. Uluslararası alanda adını duyurdu. Öksüz bir çocuğun İkinci Dünya Savaşı sırasında başından geçenleri anlatan film, Venedik Film Şenliği'nde Altın Arslan'ı bir başka filmle paylaştı. 1966'da Andrei Rublev'i çekti ve Komünist yönetimin tepkisini aldı. Filmin SSCB'de gösterimine 1967 Cannes Film Festivali'nde ödül kazandıktan bir yıl sonra izin verildi.  15. yüzyıl ikon ressamlarından Ruble'in öyküsünü, 20. Yüzyılda geçiyormuşçasına anlattığı filmde, Rus tarihinin en karışık döneminin görkemli bir freskini çizerken toplumsal kargaşanın genç sanatçıda bıraktığı etkiyi ve izleri resmetti. Stanislaw Lem'in eserinden uyarladığı ve kendi ifadesiyle bilim-düşlem olan Solaris'te (1972) hayatın anlamıyla ilgili yeni bir yolculuğa çıktı.1975'te yönettiği Ayna'da  otobiyografik bir gezi yaparak çocukluk ve ilk gençlik yıllarına, bilinçaltının derinliklerine, düşlerine ışık tuttu. 1979'da Stalker'i yaptı. 1982'de ayrılmanın derinleştiği bir başka öz yaşamsal öyküyü gerçekleştirdi: Nostalghia Tarkovski sinemasının  doruklarından biri buydu. Son filmini ise 1986  yılında İsveç'te çekti: Kurban.
Teknolojik burjuva uygarlığına ve trajik dünya görüşüne yönelttiği bu destansı eleştiri son rüyasıydı. 29 Aralık 1986'da, yaşadığı gibi acılar içinde Fransa'da öldü.
                                                               *
**
            Rusya'nın Hıristiyan hayat örgüsü içinde yaşayan ve fakat böyle bir yaşamı da sorgulayan bu Derviş Sinemacıyı Bediüzzaman Said Nursi ile birlikte ele almamızın, Medeniyet/İbret/Hakikat/Rüya  Sineması'nın önemli kilometre taşı olarak göstermemizin hatırı sayılır birçok nedeni var. Bu incelememizde kısmen bu nedenlere mercek tutmaya çalışacağız :

Tarkovski ''Görüntü Mutlaktır'' der. Gerçeğin yüzeyini görkemli bir dekoratif tasarımla yansıtmak, hayatın ışığı olan bilincin tasvirini vermez. Sadece hayatla benzerlikler taşıyan bir filmsel atmosfer kurmak, gerçekle ilgisi olmayan bir film ortaya çıkarabilir. Tarkovski, hayatın şiirselliği ve çok boyutluluğuyla ilgili olarak şöyle diyor:

''Tuhaftır ama nedense bizim günlük hayattaki basit ve sıradan izlenimlerimiz  sanatta son derece tutucu, yapay izlenimlere dönüşüyor. Bunun nedeni, yaşamın mutlak doğalcılık taraftarlarının hayallerini aşan bir şiirsellik içinde örgütlenmesi olsa gerek.''


İçsel gerçekliği anlatan bu satırlarda sanatın zamana karşı direncini de buluyoruz. Tarkovski filmleri, rüya içinde rüya olgusunu görselleştirerek hayatı çok boyutlu ve şiirsel bir duyarlılıkla kavrar. Bakışını hayatına ve nefsine çeviren her insan bunu kavrayabilir ve sonsuzluğu hissedebilir. Çünkü her şeyin sonucu ve hikmeti kendine ait bir ise, Allah'a bakan yönü binlerdir. Tarkovski bu konuda der ki : Ne olursa olsun, yalnızca bir mal olarak tüketilmek istenmeyen her türlü sanatın amacı, hiç şüphesiz, kendine ve çevresine hayatın ve insan varlığının anlamını açıklamak, yani insanoğluna gezegenimizdeki varoluş nedenini ve amacını göstermek olmalıdır. Hatta belki de hiç açıklamaya kalkmadan onları bu soruyla karşı karşıya getirmelidir. Tarkovski  ''Sanatın amacı insanı ölüme hazırlamaktır.''der. Ne şiirsel, ne muazzam bir ifade! Böylece Tarkovski'nin sanata yüklediği etik işlev, varoluşun derin anlamını kavrama yönünde ilginç bir alana işaret etmektedir. İşte  tam da bu yüzden Bediüzzaman'la bağlantı kuruyoruz. Bediüzzaman da der ki : 

''.şu kâinatta görünen ve bilinen bütün latifeler, bütün güzellikler, bütün kemâlât, bütün incizaplar, birer manâdır, birer mazmundur, birer manevi kelimedir ki, kâinatın Celal sahibi Sanatkârının lütuf ve merhametinin tecellilerini, ihsan ve keremini kalbe ve akla gösteriyor. İnsanın şuurlu fıtratı olan vicdan, ebedi saadete bakar ve onu görür. Kim uyanık vicdanını dinlese ''ebed.ebed'' sesini işitecektir.''
                                                              ***
            Filmleriyle bu düşünsel durumu yansıtan Tarkovski, insan tekinin çağımızdaki temel sorununa işaret eder. İhtirasları kışkırtılan, tabiattan kopartılan ve kurban edilen çağımız insanının fıtri eğilimleri köreltilmiş, sarsaklaştırılmıştır. Varoluş sorununa ilişkin temel soruları soramaz hale gelmiştir. İnsanların çoğu, yaşamın anlamına dair sahih bir bilgisi olmadan yaşamaktadır. Kendi kuvvelerini tanrılaştırmaktadır. Sinema bu anlamda ruhsal gerçekliği ve ontolojik resmi yansıtan bir ayna olmalıdır, der. Kendi çocukluğu, sanat yaşamı ve insanların mutsuzluğuna tuttuğu Ayna, rüya sinemasının tipik örneğidir.

Ruhuna ayna tutan Tarkovski, düşüncelerinin hareketinden oluşturduğu lirik anlatımla, rüya kutbuna yaklaşır. Anıların kaynağına iner, belleğimizdeki zamanla şimdiki zamanı kaynaştırır, yaşamın şiirsel niteliğini yansıtır. '' Olayların mantığı, kahramanın eylem ve davranış tarzı görünürde bozulur, sonra da bundan kahramanın düşünceleri, anıları ve rüyalarıyla ilgili bir öykü'' çıkarılır. Geleneksel dramaturjiyle çelişen bu mantık, olağan durumların özündeki olağanüstü yapıyı lirik bir tarzda resmeder. Tarkovski filmlerinin şiirdeki metrik bütünlüğe benzer bir ritmi, bir tartımı vardır. Doğu kültüründen geldiği ve mistik dünya görüşüne sahip olduğu için Tarkovski'de zaman anlayışı da kronolojik değildir. Kimi zaman gerçek hayattaki zamanla filmsel zaman akıl almaz bir biçimde çakışmaktadır. Sözgelimi Nostalghia'da Andrei'nin  boş havuzu elindeki mumla geçtiği ya da yere yığıldığı ve bardağın düşüp kırıldığı planlarda olduğu gibi. Tarkovski zaman boyutuyla sinemayı benzersiz bulur. Ona göre bir sahne motor ve stop arasındaki zaman dilimidir. Film gerçekliği, zaman boyutuyla birlikte tespit eder. Zamandan yapılan bir mozaiktir film. Tarkovski'nin, ''yapmak istediklerimi gerçekleştirdiğim tek film'' dediği İzsürücü,  Mantıku't Tayr'daki alegorik anlatıma yer yer denk düşen ve yine bireyin maddi dünya/maneviyat çelişkisinden kaynaklanan tedirginliğini anlatır. Bu iç çatışma, hayatı diyalektik bir süreç içinde algılayan Tarkovski'nin estetik evreninin temelini oluşturur. Kendisinin Tolstoy kompleksi dediği olgu, çağdaş toplumdaki tüm sorunların da çıkış kaynağıdır. Solaris'te amacı, insanın kendi deneyimlerinin dışında empoze edilen bilgi kategorileri ve anlam kalıplarının dramatikliğini anlatmaktır. Uzayda kaybolan insanlar, bir çıkış yolu bulmak zorundadırlar.
 
Sinemanın iki benzersiz epiğine daha imza atan Tarkovski, Kurban ve Nostalghia'da da temel izleğini sürdürür:  İnsanın maneviyat özlemi ve fizik/metafizik çelişkisinden kaynaklanan bunalımı. Ülkesinden ayrılmak zorunda kalışı, yeni bir kültür ortamıyla yüz yüze gelişi, Tarkovski'yi kendi ifadesiyle karşılıksız bir aşka tutulmuş hale düşürür. Bu, kavranamazı kavramak, uzlaşılmazı uzlaştırmak gibi olanaksız bir şeyi eleştirmeye çalışmaktır. Finalde, ''Oğlum Alyoşa'ya umut ve güvenle'' yazısının belirdiği Kurban'da  Tarkovski, onurlu ve hakikatli bir yaşamın bedelinin kendini kurban etmek olduğunu savlar. İnsanı etik açıdan besleyen temeli yeniden gözden geçirir:

İnsan nasıl da biraz durup varlığının anlamı konusunda mevcut diğer görüşlerden herhangi birisine eğilmek ihtiyacı duyuyor. Doğu her zaman ebedî gerçeğe Batı'dan daha yakındı ama Batı uygarlıkları maddi hayat beklentileriyle Doğu'yu yutuverdi. Bunu anlamak için Doğu müziğiyle Batı müziğini karşılaştırmak yeter de artar bile. Batı, ''işte ben buyum!'' diye bağırıyor. ''Bana bakın! Dinleyin, hem sevgiden hem acıdan nasıl da anlıyorum! Nasıl hem mutlu hem de mutsuz olabiliyorum! Ben! Ben! Ben!'' Doğu ise kendisiyle ilgili tek bir kelime bile söylemez. Kendini, Tanrı'nın, doğanın, zamanın içinde yeniden bulur. Her şeyi kendi içinde keşfetmesini bilir. Doğu uygarlığının görüşleri bir sonuçtur, topraktaki tuzun tuzudur, gerçek bilgi ancak ondan fışkırır.

Bitirirken ; - ''Sanatın amacı insanı ölüme hazırlamaktır !''
                                                        Andrey  Tarkovski
 

0 yorum:

top