Dead Can Dance, yakın ve Ortaçağın karanlığında kalmış müziklere günümüzün ritm ve enstrümanlarıyla yeniden yaşam verdi. Grup, şarkılarında işlediği efsaneler, sembolik ve gotik temalarla ve Perry’nin elinde yeniden hayat bulan eski enstrümanları ile kimi zaman gothic rock kimi zaman da Ortadoğu’ya kayan melodileri kullanıyordu.

Gerrard ve Perry’nin atalarının müzik ve dillerine yeniden hayat verme çabası, şarkılarında İngilizce’nin dışında eski Katalan ve Breton dillerine de yer vermesiyle devam etti.

Lisa Gerrard, “kendi bilinçaltına güvenerek” atalarının müziklerine tamamen kendi duygularını kullanarak söylediği Kelt dilini çağrıştıran seslerle eşlik edip, bir nevi artık dillerini anlamadığı ve duyamadığı ataları ile yeniden bağlantı kurmaya çalışıyordu. Grubun en ünlü şarkılarından biri olan “Cantara” böylesi bir seslenişin ürünü… Perry isepastoral atalarına olan ve gittikçe de büyüyen ilgisini “Towards the Within” albümünde seslendirdiği “I Am Stretched On Your Grave (Senin Mezarına Serildim)” adlı şarkıyla anlatıyor:


“Senin mezarına serildim.

Ve sonsuza kadar orada kalacağım.

Ellerin ellerimde olduğu sürece,

Ayrılmayacağımızdan eminim.

Benim elma ağacım, aydınlığım…”


Grup ilk albümünü 1984 yılında aynı isimle çıkardı: “Dead Can Dance”. Perry bu isimle ilgili “Ölüleri dans ettiriyoruz, çünkü ölüye dirilik katmayı; diriye ölülük vermeyi düşündük grubu oluştururken” demişti. İlk önceleri çoğu müziksever deneysel bir müzik ile karşı karşıya olduklarını düşündü. Aslında bu Perry ve Gerrard için geçerli olabilirdi. Zira Perry klasik müzik eğitim görmüş sonra punk rock grupları ile çalışmış bir müzisyendi. Gerrard’ın durumu da çok farklı sayılmazdı. Fakat ikilinin yeni tarz denemesi Perry’nin olağanüstü kompozisyon yeteneği ve Gerrard’ın teatral vokal yeteneği ve zekası büyük bir başarıyla sonuçlandı. İlk albümde “A Passage in Time (Zamanda bir Geçit)”, “The Fatal Impact (Ölümcül Etki)” ve “Carnival of Light (Işık Karnavalı)” şarkıları büyük beğeni kazandı. Grup ilk albümleriyle belli bir elit müziksever kitleye ulaşmayı başardı.

Ancak DCD en büyük sükseyi “Within the Realm of a Dying Sun (Ölen Bir Güneşin Krallığında)” adlı üçüncü albümüyle yaptı. 1987’da yayınlanan albüm bir anda bağımsız müzik listelerinin zirvesine tırmandı. DCD’nin ünlü “Cantara” ve “Xavier” şarkıları ilk defa bu albümde yayınlandı. Bu albümde ayrıca sadece üç şarkının İngilizce sözleri vardı. Diğer şarkılar ise Lisa Gerrard’ın atalarının dilinde yani eski Kelt dili, Briton ve Gal dillerine benzer seslerin Orta ve Yakınçağ melodileriyle örtüşmesinden ibaretti. “Ölen bir Güneşin Krallığında” albümü ile DCD barok müziği çağrıştıran, mistik ancak anı zamanda romantik, modern bir karışıma imza attı.


Kaybolan seslere ulaşma


DCD 1988 yılında ise dördüncü albümünü yayınladı. Albümle ilgili en iyi yorum yine Perry ve Gerrard’dan geldi. “…dünyanın havadan görüntülerine bakarsanız, dev bir organizmaya, bir makro kozmosa benzer. Yaşam gücünün, suyun yılankavi bir biçimde yayıldığını görürsünüz. Bizim vizyonumuz yumurtanın etrafındaki yılankavi kucaklaşma yani dünyadan ibaret. Yine bu albümde sözünü ettiğimiz temaları işleyerek Avrupa müziğinin ilk periyodunu yansıtmaya çalıştık.”

1990 yılında grup erken Rönesans döneminin müziklerini yansıtmaya çalıştığı albümü Aion’u çıkardı. Albümde yer alan “Saltarello”, “Mephisto” ve “The Song of the Sibyl (Sibyl’nin şarkısı)” DCD’nin klasikleri arasına girdi. DCD albümdeki bazı şarkılar için Rönesans döneminde kullanılan müzik aletlerini yeniden yaptırdı.

1993 yılında DCD yeni albümleri “Into the Labyrinth (Labirentin İçine Doğru)”’yu yayınladı. Perry albümün ön çalışmalarını Kuzey İrlanda’da bir adada, Gerrard ise Avustralya’da Snow River dağlarında hazırladı. İkili bir araya gelerek albümü üç ayda hazırladı. Bu süreç içerisinde Perry atalarının primitif müziklerini araştırmayı derinleştirmiş, Gerrard ise eski dönem vokalleri üzerinde uzun uzun çalışma fırsatı bulmuştu. Sonuçta “İrlanda’nın asırlık ormanlarına düşen yağmurun sesi” Perry ve Gerrard’ın müzikal dehaları ile birleşmiş ve DCD tam anlamıyla karakterini kazanmıştı.

Bundan sonraki senelerde peş peşe çıkan albümler çok büyük yankılar uyandırmadı. “Toward the Within, Spiritchaser” dönemlerinin önemli albümleri olmuştur.

2012 Grup 2011 sonunda uzun bir aradan sonra çıkaracağı yeni albümü “Anastasis”’i duyurdu. Bu albüm çerçevesinde dünya turuna başladı. 9 Ağustos 2012’den Kanada’da başlayarak 28 Kasım 2012’de İrlanda’da sona erecek pek çok konser vermeye karar verdi. Türkiye konseri 19 Eylül 2012 gerçekleşecektir.

0 yorum:

top