Woody Allen ve Onun Sineması

Woody Allen, gerçek adıyla Allen Stewart Konigsberg, şu anda 72 yaşındadır.  1966'daki ilk filmi “What's Up, Tiger Lily?” filmi ile başlayan yönetmenlik kariyeri, hemen her yıl çektiği ve çoğunda yer aldığı onlarca filmle bugüne kadar devam etti. Empire dergisi tarafından, gelmiş geçmiş en iyi yönetmenler listesinde 10. sırayı alan, Cannes Film Festivali tarafından yaşam boyu başarı ödülü ile onurlandırılan ve 20 Oscar adaylığıyla bu alanda bir rekoru elinde tutan Woody Allen'ın sinemasını bir miktar özetlemek ve okumak istersek eğer, filmlerinde kullandığı temaları ve biçimsel özellikleri sıralamak iyi bir başlangıç olacaktır.

Woody Allen'ın hem Amerika'da hem de Avrupa'da tanınmış “auteur” bir yönetmen olmasının nedenlerinden biri, filmlerinde kullandığı temaların, günümüz modern insanının varoluş sorunlarının derin analizini içermesidir. İçerik olarak kadın erkek ilişkileri, cinsellik, seks ve hayatın anlamsızlığını kullanan Woody Allen’ın sineması, bir romanın derinlikli anlatımının izlerini taşır. Olaylardan çok karakterler üzerine odaklanan ve onların kişilik analizlerini -çoğunlukla bir psikolog bakış açısıyla [Woody Allen, 40 yıldır düzenli olarak psikologa gitmektedir] derinlemesine işleyen filmleri, kendi deyimiyle Dostoyevski ve Tolstoy romanlarındaki gibidir. “I always feel like I'm writing with films,” [Her zaman, filmlerimi sanki  yazıyormuşum gibi hissettim.] (1994, pp. 249) diyerek filmlerinin, roman tadında olduğunu vurgulayan yönetmenin sineması, bu özelliğiyle ayırt edici bir hâle bürünür.

Woody Allen sinemasını içerik olarak incelemeye devam edersek, öncelikli olarak karakterlerini incelememiz gerekir. Filmlerinin büyük çoğunluğunda kendisine de rol veren yönetmen, New York'un entelektüel ve seçkinlerini (son üç filminde de Londra'nın kaymak tabakasını), filmlerinin ya odağına yerleştirir ya da yan rollerde onlara belirli bir görev dağıtır. Yazar, yönetmen, üniversite profesörü, sanatçı ve kapsayıcı bir başlıkta söylemek istersek düşünür kesimin hayatını ve ilişkilerini masaya yatırır. Evli çiftler arasındaki sorunlar, birbirini aldatan ve tatminsiz eşler, filmlerinin ana temalarını oluşturur. Hayattaki varlığını sorgulayan, hayatın anlamsızlığı yüzünden ölümün eşiğine gelmiş bunalımdaki insanların çıkış yolu bulmak için çırpınışlarını konu ederken, Woody Allen sinemasının olmazsa olmaz özelliği olan mizahı da bunların içine katar. Yönetmenin filmleri, her ne kadar kendisi bunu kabul etmese de, kendi hayatından birçok ayrıntıyı barındırır. Kadınlarla olan ilişkilerini, hayata bakışını ve yaşama karşı olan ümitsizliğini karakterlerine yansıtan Woody Allen, kendi görüşlerini onların ağzından izleyiciye yoğun bir şekilde iletmektedir. Böyle bir soruya karşılık olarak Paddy Chayevsky'den yaptığı bir alıntıda yönetmen “all the characters are the author” [Bütün karakterler yazarın kendisidir.] (1994) demiştir.

Woody Allen ve Felsefe adlı kitaptan alıntılanan bir makalede, Woody Allen sinemasının ortak yönleri belirli başlıklar altında toplanmıştır. Bu başlıklardan en önemlisi, hayatın anlamsızlığı ile ilgili olan bölümdür. Woody Allen'ın filmlerinin birçoğunda altı çizilen bu konunun aslı, tamamen geçici olan bu dünyadaki yaşamlarımızın, hiçbir değer üzerine oturmayan anlamsız birer hayat parçası olduğu gerçeği üzerine kuruludur. Bunu Annie Hall filminde küçük Alvy karakterinin ağzından duyabiliyoruz. Evrenin genişleyip sonunda patlayacağı fikri, küçük Alvy'de, hayatın anlamsız olduğu sonucunu doğurmuştur . Bu yalnızca hayatın anlamsızlığı değil, yaşamanın da bir anlamsızlık uğraşısı olduğu Allen filmlerinde göze çarpar. İnsanlar, sürekli olarak yaşamlarını anlamlı kılmanın yollarını aramaktadırlar çünkü Allen'a göre gerçek, anlamsızlığa götürür ve aslında ona göre gerçek şudur: “too much reality is not what people want.” [Gerçek, insanların pek de istedikleri bir şey değildir] Bu kara delik konusu bir başka filminde (Deconstructing Harry) mizahî olarak yer almıştır. Diyalog şu şekilde ilerler:

Harry: You know that . . . that the universe is coming apart? Do you know about that? Do you know what a black hole is? [Biliyor musun... evren parçalara ayrılıyor. Daha önce duymuş muydun? Kara delik nedir biliyor musun?]
(Siyahî) Fahişe: Yeah, that’s how I make my living. [Bilmez miyim, hayatımı ondan kazanıyorum]
Harry: You know, I gotta tell you, Cookie, a great writer named Sophocles said that it was probably best not to be born at all. [Bak fahişe kardeş, sana şunu söyleyeyim, Sofokles demiş ki, belki de hiç doğmamak en iyisidir]


http://tr.euronews.net/images_news/img_606X341_WoodyAllen.jpg

Sofokles'ten yapılan bu alıntı, Maç Sayısı’nda [Match Point] da gözümüze çarpar. Filmin ana karakteri Chris, kendi çocuğunu öldürmesi üzerine Nola'nın komşusunun ona sorduğu soruyu, aslında hiç doğmamış olmanın -Woody Allen'e göre, bu anlamsız, bu amaçsız dünyaya gelmemenin- aslında bir hediye olduğu gerçeğiyle cevaplamaktadır.

Hayatın anlamsızlığı, Allen filmlerinde Tanrı'nın varlığının sorgulanmasıyla da ilişkilendirilir. Love and Death filminde Boris ve Sonja arasındaki şu diyalog, bize Allen'ın bu konudaki görüşlerini karakterlerin ağzından iletir:

Boris: Sonja, what if there is no God? [Sonja, ya Tanrı yoksa?]
Sonja: Boris Dimitrovich! Are you joking? [Boris Dimitrovich! Sen kafayı mı yedin?]
Boris: What if we’re just a bunch of absurd people, who are running around with no rhyme or reason? [Ya biz, hiçbir amacı olmadan etrafta dolaşıp duran saçma sapan insanlarsak?]
Sonja: But if there is no God, then life has no meaning. Why go on living, why not just kill yourself? [Eğer Tanrı yoksa, o zaman yaşamanın da anlamı yok. Niye yaşıyorsun ki, neden kendini öldürmüyorsun?]

Burada Tanrı inancının, anlamsızlığa bir anlam katma adına sığınılan herhangi bir liman olduğunu söyler Allen. Çünkü insanlar yaşamaya devam etmek zorundadırlar, çünkü insanların bir amaçları olmalıdır. Bu nedenle de insanlar inanmak ve inanmak zorundadırlar. Maç Sayısı’nda Chris’in dediği gibi “inanmak, işin kolayına kaçmak” olsa da, hayatı yaşanılabilir kılan ve ondan zevk almamızı sağlayan, bu inanç meselesidir. Aynı konuya Allen'ın biraz daha mizahî ama aynı çerçevede yaklaşımı için Yeniden Çal Sam [Play it Again, Sam] filmindeki diyaloga bakabiliriz:

Allan: It’s quite a lovely Jackson Pollock, isn’t it? [Jackson Pollock'un çok hoş bir tablosu öyle değil mi?]
Woman: Yes, it is. [Evet öyle.]
Allan: What does it say to you? [Ona bakınca ne hissediyorsun?]
Woman: It restates the negativeness of the universe, the hideous lonely emptiness of existence, nothingness, the predicament of man forced to live in a barren, godless eternity like a tiny flame flickering in an immense void with nothing but waste, horror, and degradation, forming a useless, bleak straightjacket in a black, absurd cosmos. [Evrenin negatifliğini, varoluşun iğrenç yalnızlığı ve boşluğunu, hiçliği, bir kısır döngü içinde, tanrısız bir sonsuzlukta, boktan, korkunç ve aşağılamadan başka hiçbir şey barındırmayan uçsuz bucaksız boşlukta yanan küçük bir alev parçası gibi; kapkara, saçma sapan bu evrenin içinde, amaçsız, kasvetli bir deli gömleğine girerek yaşamaya zorlanan insanın bedbaht hâlini.]
Allan: What are you doing Saturday night? [Peki Cumartesi gecesi ne yapıyorsun?]
Woman: Committing suicide. [İntihar edeceğim.]
Allen: What about the Friday night? [Peki ya Cuma günü?]

Hayatın anlamsızlığına karşı direnmek ve varoluşumuza bir anlam katmak için yaptıklarımızı, Allen "Woody Allen on Woody Allen" adlı röportaj-kitabında* şu kelimelerle ifade ediyor:

"…Eğer duruma şu gözle bakarsanız, geriye dönüp baktığımızda yaptığımız tek şey, hiçbir anlamı olmayan hayatlarımız için kendimize anlamlı bir dünya yarattığımızdır. Her şey anlamsızdır. Ama önemli olan, bir anlam oluşturmak, bir anlam yaratmaya çalışmaktır çünkü bu dünyada hiç kimse için çıkarılabilecek bir anlam yoktur."

İçerik olarak bu temalara yoğunlaşan Allen'ın filmlerinde biçimsel olarak öne çıkan bazı ayrıntıları da şu şekilde sıralayabiliriz. Allen'ın filmlerinin hepsi -son filmleri Match Point, Scoop ve Cassandra's Dream hariç- New York'ta çekilmiştir. Jeneriklerin tamamı siyah arka plan üzerine beyaz Windsor yazı tipindedir ve bütün jeneriklerde -Maç Sayısı'nda opera ve Annie Hall'da sessizlik- caz müzik kullanır. Filmin sonundaki jeneriklerde ise akan yazı yoktur. Çekimler genellikle uzun ve orta çekimlerden oluşur. Birkaç filmindeki deneysel kamera çalışmalarının dışında genelde sabit bir alıcı ile mekânı tamamen çevreleyen, karaktere odaklı bir çekim tekniği kullanır. Eğretileme birçok filminde başvurduğu bir yoldur. Bunu da, filmlerinin bir düzyazı değil de şiir gibi olmasını istediği için yaptığını söyler. Çok az prova yapıp sahneleri olabildiğince tek çekimlerle tamamlar. Genelde yakım çekim kullanmaz. Gerçekle fantezi arasında yaşadığını hissettiğini söyleyen Allen'ın filmlerinden bazılarında, bu tip ikiliği görmek çok mümkündür. Doğrudan kameraya gelip izleyiciyle konuşması ya da geçmişten kişilerle diyaloga girmesi ya da beyaz perdeden karakterlerin atlaması sık rastlanılan bir Allen yöntemidir.

*Röportaj-Kitap: Björkman, S. (1994). Woody Allen on Woody Allen. London: Faber and Faber.

Ali Ünal

0 yorum:

top