Bağımsız filmleri her zaman sevmişimdir, Fish Tank'ı izledikten sonra olan sevgim 2 kat daha arttı bunu söylemem gerek, neticesinde filmi yöneten hanımefendimiz daha önce Red Road adlı uzun metraj filmiyle ödül almış, ve Wasp adlı kısa filmiyle Oscar'ı evine götüren Andrea Arnold. Andrea Arnold'un Fish Tank eserini izledikten sonra ilk olarak kısa filmlerini daha sonra kalan tek uzun metraj filmi olan Red Road filmini izlemeye karar kıldım. Bayan yönetmen olmasının artılarından faydalanarak, günümüzde erkek yönetmenlerin çokluğundan pek fazla göremediğimiz 15 yaşlarında ergen bir kızın hayattaki anlamını arama mücadelesini anlatıyor filminde. 

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiEbJGmURbel3qS8rA-ZZOTIvhZ9rkvr4BzKJw29kWQyCBwjUI_m6VcvYrODaLqoxy7k1KPcoa7s6wQnEK58f372EQPDnDvu7N99xi816Dz9WOSZFxwM_t_l-TdL0dzvSer-1OA9qA7g_Eb/s1600/fish+tank+afis.jpgFilm başlıyor, e tabi film çeken biri olarak konunun akışının yanında teknik olaylarıda takip ediyoruz, bakıyorum kamera fır fır sallanıyor abi, belli ki ne steadycam var ne de kamera sabitleyici bişey, bildiğimiz kamerayı omzunda yürüten görüntü yönetmeni veya kameramanımız filmde anlatılan Mia'nın yaşadıklarını sanki film için değilde gerçekten de olan olaylar sırasında kayda çekiyormuş hissi var, belgesel tarzı, demek ki Tripod ve Steadycam hatta ışık dediğimiz olay sinemanın vazgeçilmez olaylarından değil, filmi izleyenler bana hak verecektir ki yukarda saydığım unsurlardan bilerek yoksun çekilmiş bir film olan Fish Tank, anlatmak istediği hikayeyi, vermiş olduğu duyguyu, estektik ve sanatsal unsurlardan yoksun olaraktan izleyiciye çok iyi yansıtıyor, bu filmde doğru kamera açısı, açı kuralı, sinematografi, v.s aramayın zira zaten filmin içine daldığınız esnada Mia'nın duygularına eşlik edeceğiniz zaman aklınız çok farklı yerlede olacak özellikle erkek izleyiciler için bunu söylemek istiyorum.

Filmin konusuna kısa değinmeden önce, film hakkında 2 önemli not var, filmde ingiliz ailesinin depresif ergen kızı Mia'yı oynayan Katie Jarvis aslında aktrislikle ilgisi olmayan biri bildiğiniz sıradan insan, ilk filmi Fish Tank, filmin cast direktörü Katie'yi tren istasyonunda erkek arkadaşıyla kavga ederken görüyor ve film için uygun olduğunu düşünüp hemen değerlendirmeye alıyor nitekim ortaya filmle bağdaşan Mia ortaya çıkıyor.

Bir diğer önemli nokta ise, filmin yönetmeni Andrea'nın senaryo hakkında oyunculara en ufak bilgi vermemesi, Andrea filmi kronolojik bir biçimde çekiyor yani karakterlerin ne filmin sonundan ne de başında haberi var kronolojik plana göre o gün hangi sahne çekilecekse o gün o sahne çekiliyor.

Açılış sahnelerinde kamera, görüş alanına giren hemen herkese bağıran, küfreden, taş atan ya da saldıran Mia'yı sokaklarda takip eder, yani daha ilk dakikalarda Mia'nın nasıl bir çevrede, nasıl koşullarda yaşadığı seyircinin yüzüne çarpar, tokat misali. Sürekli eşofman giyer Mia, para aşırır, içer, okulu asar, tanımadığı insanlarla kavga çıkarır. Arkadaşı yoktur, annesine, kardeşine, yabancılara, kısaca herkese karşı öfke doludur.


Apartmanlarının her tarafından binalarla, dairelerinin de her tarafından diğer evlerle kuşatılmasıyla, ayrıca içindeki sıkış tıkış eşyalarla bir sandviçe benzeyen evinde, kızlarına bok muamelesi yapan, 30'undan fazla göstermeyen, alkolik ve hoppa (!) annesi Joanne (Kierston Wareing) ve en fazla 12 yaşında olan, ama şimdiden sigara ve içki içen, şımarık kızkardeşi Tyler (Rebecca Griffiths) ile yaşar.

Bir gün odasının penceresinden dışarı bakarken bir kayaya zincirlenmiş sıska, yaşlı bir at görür Mia, ve bu atta kendisini görür bir anlamda. Atın yanına gider, bir taşla zincirini kırarak onu "özgürleştirmeye" çalışır, başarılı olamaz ama. Bir çekiç alıp tekrar dener şansını, bu kez de atın sahibi olduğunu iddia eden kabadayı tipli oğlanlar tarafından saldırıya uğrar.

Mia, İngilterenin yüksek binalarının gölgesi altında kalan sefil bir kasabadaki hayatın anlamını arayan genç bir kızdır. Onunda her insan gibi, cinsel ve duygusal hissi, yeni yeni kıvılcımlanan aşk özlemi, ve bir Anne'den daha çok ona kötü bir arkadaş olan annesinin yanında elbette ki bir baba özlemi gütmektedir. Demiştim ya hani başlarda kamera sanki film çekimi yapmıyorda hakikatende İngiltere'nin o sefil kasabasında gölgelerden kurtulmaya çalışan Mia'nın yaşadıklarını amatör bir kayıt alıyor işte bu da filme ayrı bir hava katıyor.

Tanımadığı bir kızın burnunu kırmaktan tut kendisini özdeşleştirdiği zincirlenmiş bir atı serbest bırakmaya çalışmaya kadar her türlü belaya açıktır Mia, hatta kolları açık karşılar belayı. Okulundan atılması, evine kadar gelen sosyal görevli, kendisine saldıran oğlanlar, hiçbiri korkutmaz Mia'yı. Ama annesinin hem kibar, hem de seksi yeni erkek arkadaşı Connor (Hex'in Azazeal'ı, Hunger'ın Bobby Sands'i, Eden Lake'in Steve'i, Inglourious Basterds'ın Hicox'u Michael Fassbender!), korkutucudur doğrusu. Bir sabah mutfakta bir Ashanti klibine eşlik ederek kıçını sallarken bir yabancının onu izlediğini fark eder, pantolonu kıçından düşmekten olan annesinin sevgilisiyle böyle tanışır.

Connor ilk sıralarda umursamaz ve sadece şehvet düşkünü biri olarak görülsede zamanla sürekli evde bulunmasında dolayı Mia'nın duygusal yoksunluklarına adeta ilaç gibi gelir, Connor Mia'da bir baba figürü uyandırmasının yanı sıra, Mia'nın çevresinden dolayı yetişme tarzının getirdiği yoksunluklarına istemeden de olsa girer. Annesinin tabir-i caizse sevişme arkadaşının kızı olan Mia her gece sevişmelerini izlemektedir, doğal olarak 15 yaşında bir kızın aklında başka uyarmalarda gelir, Connor'da Mia'dan farksızdır aslında yaş farkı gözetmeksizin aynı çevreden olmasından dolayı ailesini bırakıp, belkide yoksulluğun acısını çıkarmak için başka şeylere yönelen ve iç,gez,dolaş,eğlen ölümlü dünya mantığı dizisinde yaşamını sürdürmeye karar verirken sevişme arkadaşının kızı Mia ile aralarında yaşadıkları bir tokat gibi gelir Connor'a. Olaylar Connor'u Mia'nın çevresinden uzaklaşmasını ve tekrar Ailesinin babası olmasını gerektirdiğini hatırlartır Connor'a. Connor geç olmadan belkilde doğru kararı verir ama ortada yaşanılanlar vardı, Mia uçurumdaydı ve Connor ise uçurumdan düşmesini engellecek ağacın dallarından biriydi ancak Connor'un dalı kırılmıştı Mia pek kolay peşini bırakmak istemesede ve uğruna belkide Connor'u hayattaki tek anlamı olan dans'a tercih etmişti ama yaşam düzeni bunu engelliyordu.  Ve Mia, yüksek binaların gölgesinde kalan kasabada kendi gibi bir genç çocukla uçuruma doğru salmıştı kendini.


http://i56.tinypic.com/2znvp61.png
Filmden bu kare Connor'un aslında Mia'nın dünyasında baba-kız ilişkisini uyandırdığını gösteriyor. Ancak yüksek gölgeler altında kalan Mia için kalan tek duygusal eksiklik bu değil.



0 yorum:

top