Saniyede yirmi dört fotoğraf karesinin aynı hızla beyazperdeye
yansımasıyla gözümüz arka arkaya gelen karelerdeki küçük farkları
algılayamaz, devamlı ve hareketli bir görüntü olarak görür. Bunun
neticesinde meydana gelen filmleri büyük bir keyifle ve hayranlıkla
seyre dalarız. Tüm bu bilgileri bir kenara not edin ve sinemaya doğru
yönelin.
Bir yönetmen düşünün, sinemanın fotoğraf karelerinin beyazperdede
gerçekleştiricisi olduğunu unutmayan. Fotoğraf sanatçısı olması
sebebiyle yaptığı filmlerin her karesini iki kat daha fazla hayranlıkla
seyrettiren. Evet, Türk Sineması’nda bu yöntemi istikrarlı şekilde
kullanıp eşine az rastlanılır bir üslup oluşturan yönetmen Nuri Bilge
Ceylan’dan bahsediyorum.
Bazen bu yöntemi tercih ettiği için ülkesi insanlarının alıştıkları o
bol aksiyonlu ya da son dönemde oldukça prim yapan komedi unsurları
güçlü filmleri izleyenlerce de yavan ve ağır bulunan bir yönetmendir
aynı zamanda. Tabii bunların üzerine 1980 dönemi sonrasında o dönemi ilk
kez cesaret edip konuşmaya başlayan bir sinema ile de karşı karşıyayız.
Nuri Bilge Ceylan tüm bunların önünde bazen sert, kendine has, bireyi
ve ilişkilerini irdeleyen ve bu üslubundan da ödün vermeyip tutarlı yol
izleyen bir yönetmen olarak durmaktadır.
Doğal ve doyurucu bir anlatımı olan Nuri Bilge Ceylan’ın ilk ve son
kısa filmi Koza (1995) ile başlayan yönetmenlik tecrübesini Kasaba
(1999), Mayıs Sıkıntısı (1999), Uzak (2002), İklimler (2006) ve Üç
Maymun (2008) ile -şimdilik- noktalamıştır. İlk filminden son filmine
dek onu ve sinemasını anlamlandırıp belli bir kalıba koymak mümkün
olmasa da Nuri Bilge Ceylan filmlerinden ne bekleyip ne
beklemeyeceğimizi açıklığa kavuşturmamıza yardımcı olmuştur diyebiliriz.
1959 doğumlu Ceylan, yönetmenliğini, senaristliğini ve yapımcılığını
üstlendiği filmlerinden daha ilki olan Koza’yla Cannes Film
Festivali'nin ilgili bölümüne katılma başarısını gösterdi. Daha o
vakitlerde dünya çapında dikkat çekmeye başlayan yönetmen, yaptığı her
filmle mutlaka ödüllendirilip son olarak, 2008 Cannes Film Festivali'nde
küçük zaafların büyük yalanları doğurmasıyla parçalanan bir ailenin,
gerçeklerin üzerini örterek bir arada kalma çabasını anlatan Üç Maymun
filmiyle "En İyi Yönetmen Ödülü"nü aldı.
Sinema tarihinde de örneklerini sıklıkla gördüğümüz gibi kendi
ülkesinden daha fazla dünyadan takdir toplayan ve pek çok ödüle layık
bulunan bir yönetmendir Ceylan. Bu yönetmeni tanımak ve anlamak için
filmografisini takip etmemiz ve onu “bilerek” izlememiz gerektiğini
hatırlamamız gereken ender yönetmenlerdendir.
İpekböceği inceliğinde filmlerinin ilki: Koza
Koza, 1995 Cannes Film Festivali Uluslararası Kısa Film Yarışması’na
davet edilen ilk Türk kısa filmidir. Nuri Bilge Ceylan’ınsa ilk ve son
kısa filmi. Kendi anne ve babasının oynadığı film sessiz değil sözsüz
bir film olarak nitelenebilir. İlişkilerinin bittiğini düşündürecek
kadar birbirinden uzaklaşmış iki kişidir anlatılan... Bunun yanında
onlar bir araya geldiklerinde hala birbirlerinin gözlerinin içine bakıp
pek çok kez de bakamayıp yoğun duygusallığa maruz bıraktıkları bizler
varız anlamaya çalışan…
Ceylan’ın güzel fotoğraflarla ince ince işlenmiş öyküler yaratan bir
yönetmen olmasının öncesinde fotoğraf ve sesleri anlam yönünde yoğurarak
ortaya koyduğu bir filmdir Koza. Bu filminde Nuri Bilge Ceylan’ın
sinemaya bakış açısını net olarak görebildiğimiz gibi kendini deniyor
olduğu da gözlerden kaçmıyor. Nuri Bilge Ceylan Koza filmi için yaptığı
açıklamada:
"Koza, teknik ve estetik birikimime rağmen film yapmaya bir türlü
başlayamadığım ve sürekli ertelediğim için korkak ve mıymıntı olmakla
suçladığım kendime ettiğim işkenceleri sona erdirmek için giriştiğim
umutsuz bir denemeden başka bir şey değildi. Kendimi fırlatır gibi
başladım o filmi çekmeye. Bitirdiğimde de neye benzediği konusunda
gerçekten bir fikrim yoktu. Ama yine de Koza’yı çekmek, kendi yapıma
uygun üretim koşullarını yaratmamı sağlayacak bütün ipuçlarını verdi
bana." diye belirtmektedir. Ceylan’ın tüm filmlerini izleyip en
sonunda Koza’yı izlediğinizde filme gerçekten başka bir gözle bakıyor ve
ilk olmasının naifliğini hissetmenize rağmen ciddi bir yetenek olduğunu
da dile getirmeden edemiyorsunuz. Başlangıç böyleyse sonunu
düşleyebilmek elde değildir ve bu kesinlikle Nuri Bilge Ceylan filmleri
için merak uyandırıcı bir ögedir.
Nuri Bilge Ceylan, filmlerinin yapımcı / senarist / yönetmen olarak
ince işleyicisi konumundadır. Tüm bu yapıyı bütün olarak filmleriyle ele
aldığımızda birkaç tespitte bulunmak kaçınılmaz olacaktır. Bunlardan
ilki filmlerine verdiği isimlerdir. Sade ve öz bir anlatımla tüm filmin
anlam yükünü kapsayan ve içeriği ile isminin bu kadar örtüştüğünü
gördükçe insanı şaşırtan isimler koyar. Bilhassa Koza filmi ile Nuri
Bilge Ceylan’ın çektiği ve çekeceği tüm filmlere Sevgi Soysal’ın da "Kozası içinde bekleyen tırtıl bir ipek böceğine dönüşüyorsa bu durmak değildir." sözünde
bahsedildiği gibi hiç durmayacağı ve hep bize gösterdiği çizgiyi takip
etmemiz gerektiğinin sinyallerini vermiştir. Bu nedenle de isminin Koza
olması ayrı bir anlamlıdır…
Bir diğer tespitim ise, Ceylan’ın filmlerinde filmin sonlarına doğru
nabzın düşmesi nedeniyle izleyicinin pek çok filmde alışmış olduğu
heyecanlı bir son beklentisi gerçekleşmemektedir. Onun filmlerinde
bittikten sonra değil, biterken nabız düşer; seyirci olacaklara değil
olmuş olanlara adapte olur. Film sonuna doğru filmin bundan önceki
sahnelerinin analizi yapılır. Çünkü daha evvel bize verilmiş olanların
sebep ve sonuçlarını düşünmemize neden olan filmdeki kişilerin
yalnızlığı ön plana çıkar. Olaylar ve durumlar tüketilmiştir. Oturup
düşünmenin tam yeridir. Bu noktada bizim filmi bitirirkenki kendimizle
baş başa kalışımız, karakterin yalnızlığı ile birebir örtüşür. Bu da
izleyiciye filmi filmle birlikte düşünme ve analiz etme imkânı verir. Bu
iki unsur, ilk filminden son filmine kadar zihnine “akıl notu” kazımış
izleyiciye kendini hatırlatır.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, Nuri Bilge Ceylan filmlerinde yer alan
hiçbir karakter bir diğerinin önüne geçmez. Her birinin anlatılacak bir
hikâyesi vardır. Karakterlerin gözlemlenmesi gereken davranışları, az da
olsa kurduğu cümleleri eşit miktarda ön plandadır. Dolayısıyla filmlere
dair bir “ana karakter” tanımlaması yapmak doğru değildir.
“Kasaba”da “Mayıs Sıkıntısı” var!
Nuri Bilge Ceylan’ın 1997 yılında çektiği “Kasaba”
filmi, tipik bir Anadolu kasabasında yaşayan ve üç kuşağı bünyesinde
barındıran bir ailenin hayatını, çocukların hali hazırda yaşadıkları
hayat düzeni üzerinden anlatan bir filmdir.
Kabaca çocukların kendi ve aileleriyle geçirdikleri hayatlarını dörde
ayırmıştır yönetmen. Bunlardan ilkinde, bir kış günü, ailenin on
yaşlarındaki kızının okuduğu ve onun toplumsallaşma sıkıntılarını
barındıran ve çevresindeki hayatın birtakım sosyolojik özellikleriyle
tanışmasını sağlayan bir ilkokul sınıfında geçer.
İkinci bölüm, okuldan çıkmış olan kızın, kendisinden dört yaş küçük
erkek kardeşiyle kasabalarının ormanlık alanında yaptıkları küçük
yolculuğu anlatır. Bu yolculuk tabiatı ve hayvanlar dünyasını öğrenmek
ve tanımak için çabaladıkları anlardan oluşur. Filmde bu ormanlık alanda
geçen sahneler, onların “oyun alanı”nın doğa olduğunun açıklamasıdır
bir nevi. Yolculukları esnasında bir çocuğun gelişimine eşlik eden bu
oyun alanının saf ve yalın tasviri yapılır. Pek çoğumuzun teknolojiyle
iç içe büyüdüğü bir ortamda bizim koşullarımız olmasa da doğa
koşullarının insanı ne gibi meraklara, şüphelere, vurdumduymazlıklara
götürdüğüne ilişkin ipuçları da vermektedir. Kendilerini bekleyen
ailelerinin yanına geç de olsa varan çocuklar üçüncü bölümde, o ana
kadar birbirlerinin ve doğanın gizemleriyle yüz yüze kalmış olup,
büyükler dünyasının karanlığına ve karmaşasına tanık olurlar. İlerleyen
gece içerisinde mısır tarlasında derin sohbetler eden aile bireylerini
dinleyerek uyku ile uyanıklık arası gidip gelirler. Ateşin etrafına
oturmuş ve her biri başka bir dönemi temsil eden büyükler dünyasının
çelişen, zaman zaman sertleşen, bazen şefkate dönüşen gizemli dünyasına
tanıklık ederler.
Film bize küçük bir taşra kasabasında sıkışıp kalmış aile bireyleri
arasında oluşan düşünsel ve düşsel uçurumları, iletişim ve algı
farklarını, değişen toplumsal hayata ayak uydurmakta bocalayan bir
ailenin bireyleri arasındaki üstü kapatılmış utangaç öfkeyi
resmetmektedir. Tam açığa çıkamayan kişilik çatışmalarını hoş bir ironi
ile bize yansıtan yönetmen, sıradan yaşamın vazgeçilmez dekoru olan
sıkıcılık ve tekdüzelik atmosferinde anlatır öyküsünü.
Dördüncü bölüm ise evde geçer. Bilinçaltına en derin hükmün çocukluk
anılarıyla meydana geldiğini doğrularcasına rüyalarla iç içe örülmüş
sakin bir sekanstan oluşur. Kişiler ne kadar küçük ve sakin kasabada
sıkışıp kalmış olursa olsun hayatları devam etmektedir. “Doğanın
kendisine ayak uydurarak yaşama” dürtüsü çocukların ruhunda bağışlama,
şefkat, merhamet, acıma gibi temel insani dürtülerin uyanmaya
başlamasıyla film sonlanır. Bunların pek çoğunu hissettirmeye çalışan
rüyalar bir film sonu için oldukça anlamlı ve bir o kadar da durağan
geçer. Bu filminde bilinçaltının ince ince işleniş öyküsünü Nuri Bilge
Ceylan da kendi sinemasıyla anlatmayı tercih etmiştir.
Kasaba’dan sonra 1999 yılında çektiği Mayıs Sıkıntısı filminde, yine
bir aileyi konu alır. Muzaffer çocukluğunu ailesi ile birlikte geçirdiği
kasabayı uzun süre sonra film çekmek için ziyaret eder. Nuri Bilge
Ceylan, mayıs ayının verdiği bahar neşesini altüst eden bir tavırla
filmin ismini koymuş olup bunu bilhassa bu aya dair tabuları yıkmak için
tercih ettiğini de dile getirmiştir.
Muzaffer’in babası Emin, tarlasının yanındaki ormanlık bölgeyi,
tarlasının hudutları içine katma mücadelesindedir. Dokuz yaşındaki
yeğeni Ali ise babasına bir müzikli saat aldırabilmek için uğraşır. Bu
uğurda halası tarafından bir sınava tabi tutulmayı kabul eder. Eğer bir
yumurtayı kırk gün kırmadan cebinde taşımayı başarırsa saat konusunda
bir şansı olabilecektir. Kuzeni Saffet ise işleri pek yolunda gitmeyen
biridir ve renkli bir yaşam vaat eden İstanbul'a göç etmeyi hayal eder.
Filmde herkesin bambaşka hayallerinin olduğu bir aile yer almaktadır.
Nuri Bilge Ceylan’ın kendi anne ve babasını oynattığı Mayıs
Sıkıntısı’nda onun hayalinin de tıpkı filmdeki Muzaffer gibi film çekmek
- ama bir farkla herkesin hayallerinin filmini çekmek- olduğunu
görürüz. Fakat bu buluşturma her hayalin mutluluk getiremediği
vurgusuyla bu mayısın bambaşka sıkıntılar veren bir mayıs olduğunu
izleyiciye hatırlatarak son bulur.
Henüz iki film çekmişken dünyaca ünlü film festivallerinden, ülkemizde
ve uluslarası alanda pek çok ödül kazanmıştır. Bunlardan birkaçı; Kasaba
filmine verilen Berlin Film Festivali (1998) "Caligari Ödülü" iken,
Mayıs Sıkıntısı filmiyle de Buenos Aires Uluslararası Film Festivali
(2001) ve 36. Antalya Altın Portakal Film Festivali (1999)’nde en iyi
yönetmen ödüldür.
Herkes Kendine “Uzak”
Nuri Bilge Ceylan’ın 2002 yapımı bu filmi üçüncü uzun metrajlı filmi
olup, bizi zaman ilerledikçe kendimizden ne kadar “uzak”laştığımıza ikna
eder. Böylelikle Ceylan sinemasına yakınlaşmak için bize bir adım atma
şansı verir.
Ailesinden uzakta tek başına yaşayan Mahmut, İstanbul’da hayatını
sürdürmeye çabalamaktadır. Daha evvel kurmaya çalıştığı başka bir
çekirdek aile düzeninin de başarısızlıkla sonuçlandırmış olup karşımıza
hep geç kalmışlıklarıyla çıkmaktadır. Bunlar onun olmak istediği
insandan ne kadar uzaklaşmış olduğunu gözler önüne sermektedir. Üstelik
bu hali değiştirmek için de hiçbir çaba harcamamaktadır.
Hepimizin hayalleri, umutları, planları, beklentileri olduğu
yaşamımızda tüm bunları hiçe sayan “kendi ölümünü çok erken ilan eden”
bir adamdır karşımızdaki. Hayatını, insan ilişkilerini, hüzünlerini ve
içerisindeki türlü bastırılmış duyguları hiçbir çaba harcamadan ezip
geçmektedir Mahmut. Bu hal bizi zaman zaman donuk gözlerle ve onun için
umutsuz bir bekleyiş içinde öylece bırakmaktadır.
“Sen gitmiyorsun diye hayat devam etmiyor anlamına gelmiyor. İdeallerini gömmeye hakkın olduğunu düşünmüyorum.”
Nuri Bilge Ceylan sinemasında bizi Mayıs Sıkıntısı ve Kasaba’dan
oldukça uzağa savuran bir filmdir Uzak. Bu filmle bizi kendine
yakınlaştırır ve sonraki eserleriyle hep bu yakınlığın beklentisini
oluşturmamıza mahal verir. Yoğun duygusuzluğa geçiş aşamasının, her şeyi
onlarca kez hayal edip gerçekleştirememiş bir insanın artık hayal
etmekten vazgeçiş öyküsüdür anlatılan. Bu öyküye Mahmut’un “uzak”tan
akrabası Yusuf memleketinden İstanbul’a dair umutlarıyla gelmiş biri
olarak eşlik eder. İkisinin beklentilerinin ironisi filmde oldukça büyük
bir lezzet bırakırken; hayata tutunmayı istemek ama elle tutulur hiçbir
şey yapmamakla, artık tutunmayı istememek arasında ne fark vardır,
sorusu kafaları oldukça meşgul etmektedir.
Uzak, Nuri Bilge Ceylan filmlerinin genel yoğunluğunu taşıyan ama bir o
kadar da bunu düşük tempoda aktaran, filme odaklanıldığında bilfiil
beyin fırtınalarına imkân tanıyan bir filmidir. Bu sayede pek çok
filminde yaptığı -yazımın başında da bahsettiğim- gibi nabzın oldukça
düştüğü, alışılmışın dışında durağan film sonuyla, tüm oluşturduğu
sorular üzerine iki kez düşünmemize sebep olacak ve bir sonraki Nuri
Bilge Ceylan filmine geçiş için yeniden güç toplamak gerekliliğini
tekrar tekrar hatırlatacak bir film olmuştur.
Film, 56. Cannes Film Festivali (2003) Büyük Jüri Ödülü, 39. Antalya
Altın Portakal Film Festivali (2002) En İyi Yönetmen Ödülü ve 24. Siyad
Türk Sineması Ödüllerinden (2002) En İyi Film Ödülü gibi daha pek çok
ödül almıştır. Nuri Bilge Ceylan’ın bu filmine kendi sineması için bir
dönüm noktasıdır da diyebiliriz.
İlişki “İklimler”i
2006 yılında çektiği bu filminde Nuri Bilge Ceylan bir ilki
gerçekleştirmiş olup eşi Ebru Ceylan ve kendisi oyuncu olarak yer
almıştır. 59. Cannes Film Festivali’nde (2006) FIBRESCI Ödülü’ne layık
görülen bu film, aynı yıl yapılan Altın Portakal Film Festivali’nden de
pek çok dalda ödülle dönmüştür.
İklimler’de
isminin çağrışım yaptığı gibi iki sevgilinin her mevsim değişen
aşklarından öte, bir mevsimde kaç iklim değişikliği geçirdiklerinin
anlatımı verilmiştir. Mevsimler değiştikçe ilişki yön değiştirdiği gibi,
dakikalar da bu değişikliğin büyük oranda şahidi konumundadır. Yolunda
gitmeyen bir şeylerin somut varlığı ile bazen moral bozacak bir ilişki
sürecine girilirken, soyut varlığı ile kendini hissettiren “aşk” tüm
bunalımları bir anda silip götürebilmektedir. Ama somut varlığın hepten
yok olmayacağı, olamayacağı kendini sık sık hatırlatıp bir gerçeklik
oluşturmaktadır.
Yine sevgi, umut, beklenti üçgeninde dönen anlara şahit edildiğimiz bu
Ceylan filmi, bazen çok sinirlenmiş, bazen sevgiyi yoğun hissetmiş, ara
ara da hüzünlenmiş şekilde bizi karşılar. Bu karşılama anında bir
gülücük atacaktır yönetmen hissetmeye yeltendiğiniz tüm saf
duygularınıza.
İnsanlığın En İyi Oynadığı Oyun: “Üç Maymun”
Nuri Bilge Ceylan’ın 2008 yılında çektiği bu son filmi, yine Cannes
Film Festivali’nden ödülsüz dönmeyerek bizi gururlandıran ve Altın
Palmiye En İyi Yönetmen Ödülüne layık görülen filmidir. Bu filminde Nuri
Bilge Ceylan’ın sinemasının o genel anlatımının hissedildiği sahneler
yer almaktadır. Bunun yanında oyuncu seçiminde büyük oranda bir
değişikliğe gittiği de gözlemlenmektedir. Yavuz Bingöl, Hatice Aslan
gibi oyunculara yer vermiş olup, İklimler’in aksine çocuklu bir ailenin
her ferdinin aile bağlarına değer verdikleri ve vermeleri gerekliliğinin
vurgusu yapılmaktadır. Verilen değerin sarsıldığı ya da hiçe sayıldığı
anların varlığı da aileyi üç maymun oynamaya iter.
Öncelikle, yirmili yaşlarında genç bir çocuk sahibi Hacer’in, eşi
hapiste olduğu müddetçe ailesine olan sadakatinin süreğensizliğine mi
değinmek daha gereklidir? Yoksa cümleyi başa alıp sırf ailesine daha
rahat bir hayat yaşatabilmek uğruna para için kendisine suç işlemiş süsü
verilmesini kabul eden ve hapiste olduğu süre boyunca ailesinden uzakta
hiç de huzurlu olmayan bir babanın varlığına mı değinmek daha
gereklidir? Olmadıysa, arkadaş çevresinden çabuk etkilenen ve türlü
pisliğe bulaşma evresinden çıkmaya çalışan ve babası hapiste olduğu süre
boyunca onun yerine annesine bakmak durumunda olan İsmail’e mi
değinmeli? Aslında tüm bu sorgulamadaki amacım, size, filmde ailenin her
bir bireyinin diğerlerinin önüne asla geçmediğini ve ortaya başkarakter
olarak “aile”nin konduğu bir Nuri Bilge Ceylan filmiyle karşı karşıya
olduğumuzu anlatmaktır.
Tüm aile fertlerinin ortak noktasının filmdeki ev olduğu gibi diğer
ortak noktaları da kayıplarıdır. Kaybettiklerinin onlara bir aile
bütünlüğünü ve bir anlamda görmemek, duymamak ve dile getirmemek üzerine
biçilmiş “Üç Maymun”u oynamanın gereklerini yerine - zorla da olsa -
getirdiğini gözlemleme fırsatını doğurur.
Üç Maymun filmi, Nuri Bilge Ceylan sineması tanıyan ve sevenlerini
oldukça fazla cümle ve yaşayışa yer vererek diğerlerinden farklı olduğu
için şaşırtmıştır. Ama yine de anlam ve sinema dili açısından müthiş bir
doygunlukla da baş başa bırakmıştır.
Kimseye Benzemeyen Yalnız Yönetmen
Yaptığı bir röportajda“İster
film yaparken ister normal yaşantımı sürdürürken, Çehov'un dünyasının
her zaman güven verici, ılık bir yorgan gibi üzerimi örttüğünü ve beni
ısıttığını hissetmişimdir.” diyerek sırrını dile getirmiştir Ceylan. Bunun dışında her ne kadar Antonioni, Tarkovski gibi
dünyaca ünlü rüştünü ispatlamış yönetmenlere benzetilmeye çalışsa da
Türk Sineması adına gerçekten değerli ve sağlam adımlarla dünyaya açılan
bir yönetmendir. Bu sene 62. Cannes Film Festivali’nde jüri üyeliğine
seçilerek de bir ilki başarmış olup yolda devam edeceğine inanıyorum.
Kendi ülkesinin ilklerine imza atan ve oldukça başarılı yönetmenini
tanımayan, anlamayan, filmlerini izle(ye)meyen herkesin onu bu yolla
yalnız bırakması bizim yalnızlığımızla örtüşmektedir. Cannes’ta ödül
alırken, "Ödülü, tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum" demişti. Onu bu ülkede destekleyenlerin yalnızlığını(azlığını) da yaşatmamak gerektiğine inanıyorum.
Yasemin Şahin, Eylülce Dergisi, Sayı: 3, Mayıs-Haziran 2009
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
0 yorum:
Post a Comment